Enerji Açığına Çözüm Önerileri





Türkiye,hızlı iktisadi gelişimi ve artan refah seviyesinin bir sonucu olarak iktisadi hayatın her alanında enerjiye yönelik hızlı bir talep artışı yaşamaktadır. Ancak Türkiye’nin giderek artan enerji talebine karşılık enerji üretimini aynı oranda artıramaması nedeniyle enerji açığı gibi önemli bir sorun baş göstermektedir. Bu durumda Türkiye’nin önünde ya “mevcut enerji kaynakları nispetinde üretim yaparak düşük büyümeye razı olma” ya da “ihtiyaç duyulan enerjinin karşılanmayan kısmını dış alım yoluyla telafi ederek büyümeyi artırma” şeklinde iki seçenek bulunmaktadır. 

 Gelişmekte olan bir ekonomide görmeyi beklediğimiz gibi Türkiye’de ikinci yolu seçmekte, ancak bu zorunluluk cari açıktaki büyümede önemli payı bulunan enerji ürünlerinin ithalatını ve ithalatına ödenen faturaları artırmaktadır. 

Artan talebi karşılayacak olan enerji kaynaklarının ekonomiye yüklediği tüketim maliyetlerinin yanında, bu kaynakların sınırlı sayıdaki ülkenin kontrolünde bulunması ve bu ülkelerde yaşanabilecek olası problemlerin enerji temininin güvenliğini riske atması da ayrı bir sorundur. Enerji temininde yaşan bu belirsizlikler, refah kaybına ve istikrarlı bir büyümenin sağlanamamasına neden olmaktadır. Türkiye’nin enerji ihtiyacında %70’lerin üzerinde ve giderek artan bir dışa bağımlılığın sözkonusu olması, Türkiye için enerji açığının nedenli önemli bir problem teşkil ettiğini ve çözülmesi gereken öncelikli bir sorun olduğunu göstermektedir.

 Enerji talebinin yerli üretimle karşılanamaması durumunda ortaya çıkan sözkonusu enerji açığınınhem talep hem de arz yönüyle iki koldan çözümü bulunmaktadır. Enerji açığının arz kısmı ile ilgili olarak yapılabilecek düzenlemelerin yanında, talep ayağında yapılabilecek iyileştirmelerle de sorunun tamamen ya da kısmen çözüme kovuşturulabilmesi mümkündür. 

Bu manada talep yönüyle ilgili yapılabilecek çalışmalar arasında, enerji verimliliğinin artırılması ve enerji yoğunluğunun düşürülmesi sonucu bir birim çıktı ya da hâsıla üretebilmek için daha az enerjinin kullanılabilmesi sayılabilmektedir. Hatta enerji kullanımında yaşanan kayıp ve kaçakların en düşük seviyelere düşürülmesi ile sağlanan enerji tasarrufu da bu kategoride düşünülebilmektedir.

 Enerji açığının çözümüne yönelik bir diğer çözüm yolu ise mevcut enerji kaynaklarının harekete geçirilmesi, iyileştirilmesi, geliştirilmesi ile enerji arzına yeni kaynakların ilave edilmesi şeklinde arz yönlü yapılan çalışmalar gösterilebilmektedir (Aydın, 2011: 11)

Enerji Açığına Arz Yönlü Çözüm Önerileri 
Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de enerji en temel insani bir gereksinim olduğundan, kendine yeterli, zamanında, sürekli, güvenilir ve ekonomiye maksimum katma değer sağlayacak şekilde temin edilmesi yönünde başta dışa bağımlı olmayan ve yerli enerji kaynakları olan hidrolik, rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerji kaynakları ile birlikte linyit gibi fosil kaynaklı diğer alternatifler de göz önüne alınmalıdır. 

Dünya’da piyasa koşullarında enerjiyi sürekli ve ekonomik olarak temin etmenin her zaman mümkün olmaması, yerli kaynaklara öncelik vermek suretiyleyeni yatırımların başlatılması ve hizmete alınması ile mevcut tesislerin geliştirilip iyileştirilmesini gerektirmektedir. Türkiye açısından yüksek düzeyde dışa bağımlı olduğu petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına alternatif teşkil edebilecek yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının mevcut potansiyeli, ülkenin içinde bulunduğu enerji darboğazının aşılması, ithal enerji girdilerine olan bağımlılığın azaltılması ve döviz kaybının önlenmesi için önemli bir dayanak teşkil etmektedir.Potansiyel kaynakların başında gelen hidrolik enerji, su kaynaklarının geliştirilmesi ve kullanımı sonucu elde edilen bir enerjidir. Diğer bir ifadeyle, suyun potansiyel enerjisinin kinetik enerjiye dönüştürülmesi sonucu elde edilen bir enerji türüdür (Akpınar vd., 2009: 1; Dalkır ve Şeşen, 2011: 15). Pek çok ülkenin enerji ve özellikle elektrik tüketiminde hidroelektrik enerji önemli bir yere sahiptir. Bu manada, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ) verilerine göre, Türkiye’de teorik hidroelektrik potansiyel 433 milyar kWh ve bunun teknik olarak değerlendirilebilir kısmı ise 216 milyar kWh olduğu ifade edilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’nin enerji hesaplarına ve planlama çalışmalarına esas teşkil eden ekonomik olarak değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyeli yaklaşık 160 milyar kWh/yıl kadardır. Ancak bu potansiyelin sadece 51 milyar KWh'lık kısmının kullanılabildiği dikkate alındığında ekonomik değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyelinin sadece %32’sinin değerlendirildiği görülmektedir (DSİ, 2011: 39). Bu ise ülkemizin hidroelektrik enerji potansiyelinin yaklaşık %68’lik bölümünün hâlihazırda değerlendirilmeyi beklediği anlamına gelmektedir. Enerji ihtiyacını yüksek oranda dışa bağımlı bir şekilde karşılayan Türkiye için yerli bir enerji kaynağı olan hidroelektrik enerji potansiyelinin harekete geçirilmesi, mevcut yapının geliştirilmesi son derece önemlidir.Düşük kaliteli olmasına rağmen Türkiye’de çıkan taşkömürü ve linyit kaynağı, ülkenin en ümit verici kaynaklarından birisidir. Özellikle, linyit rezervleri açısından ülkemiz, maden kömürü rezervlerine göre belirgin bir ölçüde zengindir. Türkiye’nin petrolde %92 ve doğal gazda %98’lere varan dışa bağımlılık oranı dikkate alındığında linyit ve taşkömürü Türkiye’nin enerjideki sigortası durumundadır. ETKBverilere göre, 2011 yılı itibariyle enerji hesaplarına ve planlama çalışmalarına esas teşkil eden toplam görünür linyit rezervinin 10.782 milyon ton olduğu ve taşkömürü rezervinin de 526 milyon ton olduğu görülmektedir (ETKB, 2012: 9). 2011 yılı sonu itibariyle Türkiye’nin linyit ve taşkömürü rezervlerine dayalı mevcut santralleri 12.550 MW (8.199 MW + 4.351 MW) olup, 52.911 MW olan toplam kurulu gücün yaklaşık %24’üne tekabül etmektedir. Ayrıca 2011 yılında üretilen 229.395 GWh elektriğin yaklaşık %17’si linyit (38.870 GWh) ve %12’si kömür (27.347 GWh) kaynaklı santrallerden elde edilmiştir. Bu değer, toplam elektrik üretiminin yaklaşık %29’unu ve yerli enerji üretimi bağlamında toplam enerji üretiminin ise %54’ü gibi büyük bir kısmını oluşturmaktadır. 

 Bu bağlamda, Türkiye’deki mevcut kömür santralleri esas alındığında 12.550 MW kurulu güce tekabül eden kömür ve linyit potansiyelin sadece yaklaşık %19’unun değerlendirilebildiği görülmektedir. Bu ise ülkemizin kömür ve linyit kaynaklı enerji potansiyelinin yaklaşık %81 gibi büyük bir bölümünün değerlendirilmeyi beklediği anlamına gelmektedir. Linyitte yapılabilecek her bin tonluk artış 300 ton kadar bir petrolün daha az ithal edilmesi anlamına gelmektedir. Taş kömüründe yapılacak bin tonluk iyileştirmede ise bu oran, 610 ton petrole kadar çıkmaktadır.



Türkiye’nin linyit zenginliğine ve yüksek potansiyeline bakarak bu kaynakları ekonomik olarak yeterince değerlendiremediği anlaşılmaktadır.Türkiye’de yeteri kadar değerlendirilmeyen enerji kaynaklarının başında güneş enerjisi gelmektedir. Sahip olduğu potansiyeli ve kullanım kolaylığı ile tüm enerji kaynakları içinde daha geniş ve sınırsız bir kaynak olmasının yanı sıra, daha kolay bir şekilde yaygınlaşabilecek bir yapıya da sahiptir. 

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye’nin güneş enerjisi alanındaki mevcut potansiyelini belirlemek adına ülkemizin “Güneş Enerjisi Potansiyel Atlasını (GEPA)” çıkarmaktadır. Yapılan bu çalışmaya göre, Türkiye’nin yıllık elektrik üretim potansiyelinin 380 milyar kWh olduğunu tespit edilmektedir. Enerji yazınında, yıllık metrekare başına güneş radyasyonu 1.650 kWh’ten fazla olan bölgelerin enerji üretimi için en uygun yerler olarak kabul edilmektedir (DEK-TMK, 2009: 41; DİKA, 2010: 58; MMO, 2012: 176; GENSED, 2013: 24). Buna göre, Türkiye’nin enerji üretimine uygun 4.600 km2kullanılabilir alana sahip olduğu tespit edilmektedir. Bu noktadan hareketle, elektrik enerjisi üretimi dışında Türkiye’deki mevcut arazilerin yaklaşık %65-70’i güneş enerjisi kaynaklı ısıtma ve kurutma işlemlerine uygun olduğu; fakat iktisadi açıdan elektrik enerjisi üretimine sadece ülkemizin güney bölgelerinin müsait olduğu anlaşılmaktadır (Doğanay, 2011: 374). Ayrıca bu çalışmalarda coğrafi konumu itibariyle sahip olduğu güneş enerjisi potansiyeli yüksek olan Türkiye’nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2.640 saat (günlük toplam 7,2 saat) ve ortalama toplam ışınım şiddeti ise metrekarede 1.311 kWh/yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m²) olduğu ifade edilmektedir. 2011 yılı itibariyle 630 bin ton petrole eşdeğer güneşten enerji üretilmekte olup, bu değer toplam enerji üretimin yaklaşık %2’sine tekabül etmektedir. Türkiye’nin toplam güneş enerjisi potansiyelinin yaklaşık 87.000 bin TEP olduğudikkate alındığında potansiyelin yüzde birini dahi değerlendiremediği görülmektedir.Türkiye’nin yüksek potansiyeline rağmen yeteri kadar değerlendirilemeyen bir diğer yerli ve yenilenebilir enerji kaynağı da jeotermal enerjidir. Fay hatları, tektonik hatlar ve volkanik sahalara bağlı olarak doğal buharların ve sıcaklığı yer yer 100° C’ye ulaşan, 600’den fazla sıcak su kaynağının varlığı ve tespit edilen 31.500 MW brüt jeotermal ısı kapasitesi ile Türkiye, önemli bir jeotermal ülkesidir (Atılgan, 2000: 36). Elektrik enerjisinde kullanılabilecek teknik potansiyelimiz 500 MW olarak tahmin edilmekte olup, bundan yılda 4.000 GWh elektrik enerjisi üretilmesi mümkün görülmektedir (Türkyılmaz, 2008: 14; Doğanay, 2011: 382). Mevcut sahalarda üretim yapan kurulu güç yaklaşık 114,2 MW olup, bu değer toplam potansiyelin %22,8’ine karşılık gelmekte, dolayısıyla yaklaşık %67,3'lük bölümünün hâlihazırda değerlendirilmediği anlaşılmaktadır.Türkiye coğrafi konumu ve hüküm süren iklim koşulları itibariyle rüzgâr enerjisi kaynakları, teorik olarak elektrik enerjisinin tamamını karşılayabilecek düzeydedir (Çengel, 2001: 12; Eniş, 2003: 188). Türkiye’nin rüzgârpotansiyelinin oldukça yüksek olduğu bilinmekle beraber gerek ekonomik rüzgârgücü potansiyeli hakkında gerekse iyi rüzgârkaynaklarının bulunduğu yerlerle ilgili olarak literatürde farklı değerlerden bahsedilmekte, bu ise söz konusu alandaki enerji yatırımlarını ve planlamalarını son döneme kadar sekteye uğratan bir durumdu. Bu alanda yaşanılan sıkıntılara çözüm getirmek adına 2007 yılında EİE tarafından “Türkiye’nin Rüzgâr Enerjisi Potansiyel Atlası (REPA)” çıkarılmaktadır. Yapılan bu çalışmaya göre, Türkiye’de yıllık rüzgâr hızı 8,5 m/s ve üzerinde olan bölgelerde 5.000 MW ve 7,0 m/s’nin üzerindeki bölgelerde ise 48.000 MW büyüklüğünde rüzgâr enerjisi potansiyeli bulunduğu tespit edilmektedir(ETKB, 2013).Söz konusu potansiyelin 38.000 MW’tı karasal bölgelerde ve 10.000 MW’tı da deniz üzerinde yer almaktadır. Türkiye’nin hâlihazırdaki elektrik şebeke alt yapısı dikkate alındığında elektrik üretimine başlanabilir rüzgâr enerjisi potansiyeli yaklaşık 10.000 MW düzeyinde olduğu saptanmaktadır (DEK-TMK, 2012: 133). Türkiye’nin toplam kurulu gücünün 53.211,2 MW düzeyinde olduğu düşünüldüğünde, ekonomik olarak işletilebilir 10.000 MW’lık bir rüzgâr enerji potansiyeli, ülkenin bu alandaki ihtiyacının yaklaşık beşte birini (%19) karşılayabilir vaziyette olması rüzgâr enerjisinin neden ihmal edilmemesi gerektiğinin bir göstergesidir. 2011 sonu itibariyle Türkiye’de işletmede olan 49 rüzgâr enerji santrallerinin (RES) toplam kurulu gücü 1.805 MW olup, toplam enerji kompozisyonunda kurulu güç açısından yaklaşık %3 düzeyine tekabül etmektedir. (TUREP, 2012: 6). 2011 yılı itibariyle Türkiye'nin rüzgâr gücüne dayalı santrallerden 4.724 GWh elektrik üretimi gerçekleştirilmektedir. Bu değer, yaklaşık 406,3 bin ton petrole eşdeğer olup, elektrik üretiminin %2,1’ine ve toplam yerli üretimin ise %1,3’üne karşılık gelmektedir. Bununla birlikte Türkiye, rüzgâr enerjisi bakımından İngiltere’ den sonra dünyanın en büyük rüzgâr enerjisi potansiyeline sahip olmasına rağmen bu alanda yapılan yatırımlar çok düşük düzeyde kalmaktadır (Eniş, 2003: 181). Bu alandaki mevcut potansiyelin ancak %18’i kullanılmakta olup, %82’lik gibi büyük bir kısmı hâlihazırda değerlendirilmeyi beklemektedir.Sonuç olarak, Türkiye’nin fosil kökenli enerji kaynaklarının kısıtlılığı ve buna bağlı yüksek orandaki dışa bağımlılığı göz önüne alındığında, enerji üretiminde, yerli kaynak olmaları hasebiyle yenilenebilir ve sınırsız olan alternatif enerji kaynaklarının araştırılması ve geliştirilmesinin gerekliliği ön plana çıkmaktadır. 

Ancak görülmektedir ki, Türkiye hâlihazırda zengin enerji kaynaklarına rağmen sahip olduğu potansiyeli yeterli derecede etkin ve yaygın bir şekilde kullanamamaktadır. Hidroelektrik (%14) enerji dışında, diğer alternatif yerli ve yenilenebilir kaynaklarından olan jeotermal, rüzgâr ve güneş enerjisinin Türkiye için büyük önem arz eden enerji kaynakları olmasına rağmen, 2011 itibariyle bu kaynakların toplam birincil enerji üretimimiz içindeki payı % 10’u geçmemesi buna iyi bir örnektir. Değerlendirilmeyen her bir yerli enerji kaynağı, ülkenin içinde bulunduğu enerji darboğazının, dışa bağımlılığın ve döviz kaybının daha da artması anlamına gelmektedir.

Enerji Açığına Talep Yönlü Çözüm Önerileri 
Türkiye için sadece enerji arzını geliştirerek ve hatta ilave tesisleri devreye sokarak arz istikrarını sağlamak ve dışa bağımlılığı azaltmak mümkün değildir. Enerji arzını geliştirmek önemli olmakla birlikte, aynı zamanda talebi etkilemek suretiyle enerji kullanımında tasarrufu her aşamaya yayarak enerjinin etkin kullanıldığı bir ekonomiye geçilmesi, Türkiye’nin enerji sorununun çözümü hususunda arza yönelik tedbirler kadar kritik bir öneme sahiptir. 

 Türkiye, uzun yıllar boyunca gerek üretiminde gerekse tüketiminde enerjinin verimsiz kullanımıyla sürekli yüksek seyreden cari açığı daha da artırmakta ve enerji temini ve fiyat oynaklığı ile bağlantılı dış şoklara karşı daha kırılgan hale gelmektedir. Bu sebeple, her türlü enerji kaynağının kullanımında tasarrufa gidilmesi ve özellikle enerjinin iletimi ve dağıtımı sırasında oluşan şebeke kayıplarının altyapı, modern ulaşım sistemleri ve yenileme çalışmalarıyla en aza indirilmesi enerji açığının giderilmesine yönelik alınan tedbirlerin başında gelmektedir.Konutlarda bireylerin yaşam standardında ve sunulan hizmetin kalitesinde; sanayi sektöründe ise yapılan üretimin kalitesinde ve miktarında herhangi bir düşüşe mahal vermeden birim hizmet ya da ürün miktarı başına enerji tüketiminin azaltılması anlamına gelen enerji verimliliği, enerjide dışa bağımlılığın ve arz güvenliğinin en etkin çözüm önlemlerinden birisidir. Bu sebeple, enerji verimliliği Türkiye için bir önceliktir ve Türkiye’nin enerji arz güvenliğini sağlamasına ve büyümeyi sürdürebilmesine katkı sağlayacaktır. 

Enerjinin verimli kullanımının sağlanması, aynı enerji ile daha fazla üretimin yolunu açarak enerji maliyetlerinin ekonomi üzerindeki yükünün hafifletilmesine ve enerji açığının kapatılmasına önemli katkılar sağlayacağı aşikârdır. Dolayısıyla, Türkiye için sadece enerji arzını geliştirmek ve hatta ilave üretim tesislerini devreye almak değil, aynı zamanda arz istikrarını sağlamak amacıyla talep tarafında enerji etkin bir ekonomiye geçmekte kritik bir öneme sahiptir. 

Toplamda sektörel enerji tüketim verileri ele alınarak bu alanda yapılan detaylı analiz sonuçlarına göre, Türkiye’deki konut ve hizmet sektöründe %30, sanayi sektöründe %20, ulaşım sektöründe %15 olmak üzere enerjinin yoğun kullanıldığı bu sektörlerde yaklaşık %15-30 arasında bir enerji tasarruf potansiyeli olduğu ifade edilmektedir (Büyükmıhçı, 2006: 3; ETKB, 2010: 1; Ergün ve Özkara, 2012: 17). (Bu rakamlar, Dünya Bankası ve IEA tarafından yapılan ayrıntılı analiz ile uyuşmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz., ECSSD (2011)).Bu oranlar, yaklaşık olarak konut ve hizmet sektöründe 4,7 milyon ton, sanayi sektöründe 3,7 milyon ton ve ulaşım sektöründe 2,2 milyon ton olmak üzere toplamda yıllık yaklaşık olarak 10,6 milyon ton petrole eşdeğerbir enerji tasarrufuna tekabül etmektedir. Bu değer, toplam üretimin yaklaşık %32’sine (2011 yılı, 32.229 BTEP) ve toplam tüketimin ise %9’una (2011 yılı 114.480 BTEP) denktir (TMMOB, 2005: 7). Bunun bugünkü değeri ile ham petrolün varilini 110 $ alırsak, parasal karşılığı yıllık 7,3 milyar dolar civarındadır.  

Artık ülkelerin gelişmişliğinde en önemli kriterlerden biri olarak birçok çalışmada gösterilen enerji tüketim değerlerinden ziyade gelişmişlik, az enerji kullanarak çok ekonomik değer yaratabilmekle ölçümlenebilmektedir. 

 Bu durum, sektörel (konut, sanayi, hizmet ve ulaşım sektörü) bazda tüketilen enerjiyi etkin ve verimli kullanabilmek için bir dizi maliyetsiz ya da çok az bir maliyetle tüketim alışkanlıklarının iyileştirilmesine ve israfın önlenmesine yönelik alınacak birtakım tedbirlerle kolaylıkla aşılabilmektedir. (Çalışmanın bu aşamasında konunun bütünlüğünü bozmamak adına sektörel bazda alınması gereken önlemlere tek tek değinilmesi uygun görülmemektedir. Birçok çalışmada, enerji verimliliğine yönelik alınması gereken önlemler ayrıntılı bir şekilde irdelenmektedir. Bkz., Kavak (2005); TMMOB (2008); ECSSD (2011); Türkmen (2012); EİE (2013), İBB (2013)).Alınan bu önlemler ile toplam enerji talebini etkileyerek ülkenin içinde bulunduğu enerji darboğazının, dışa bağımlılığın, döviz kaybının ve daha enerji ile alakalı birçok makroekonomik olumsuzlukların ekstra bir maliyet gerektirmeden azaltılabilmesi mümkündür.Bu alanda atılması gereken bir diğer adım ise kayıp-kaçak miktarının azaltılmasına yönelik iyileştirme çalışmalarıdır. Kayıp-kaçak miktarı, dağıtım sistemine giren enerji ile dağıtım sisteminde tüketicilere tahakkuk ettirilen enerji miktarı arasındaki farkı göstermektedir. Sözkonusu fark, elektriğin iletim ve dağıtımı için gerekli olan hat, trafo ve sayaçlarda meydana gelen teknik kayıp miktarı ile mevzuata aykırı yasal olmayan yollarla elektriğin kaçak kullanılması sonucunda oluşan miktarın toplamından meydana gelmektedir. (2011 itibariyle %24 olarak gerçekleşen kayıp-kaçak oranının yaklaşık %14’ü iletim-dağıtım kaynaklı kayıplardan, %10’u ise yasadışı kaçak elektrik kullanımından kaynaklanmıştır (World Bank, 2013; TEDAŞ, 2012)) Bu nedenle, kaçak elektrik tüketimi tamamen ortadan kaldırılsa (sıfırlansa) dahi iletim-dağıtım hatlarının eski ve yıpranmış olmasından kaynaklanan teknik kayıplar her zaman söz konusu olacaktır (EPDK, 2011: 1). Kaçak elektrik kullanımı, gerçek ya da tüzel kişilerin elektrik dağıtım sistemine, sayaçlara (ölçü sistemine) ya da tesisatamüdahale etmek suretiyle yapılan elektrik tüketiminin doğru tespit edilmesini engelleyerek eksik ya da hatalı ölçümlerin yapılmasına (ya da hiç ölçülememesine) yol açacak şekilde yapılan her türlü yasal olmayan kullanım şeklini ifade etmektedir (Resmi Gazete, 2005: m.3). Sahada elde edilen bilgiler ve yıllara göre faturalandırılmış elektrik tüketiminde meydana gelen büyük değişimler, kaçak elektrik kullanımının büyük ölçüde konut ısıtma-soğutmada ve tarımsal sulamalarda meydana geldiğini göstermektedir (DİKA, 2010: 26).TEDAŞ verilerine göre, Türkiye’de 2011 yılı sonu itibariyle üretilen elektrik miktarı 92.486 GWh olup, bu miktarın sadece 70.183 GWh’i faturalandırılabilmekte, geriye kalan yaklaşık %24’lük kısmı (22.303 GWh) ise şebeke kaybı ile kaçak elektrik kullanımı şeklinde gerçekleşmektedir (TEDAŞ, 2012: 31). 2011 yılında toplam 16,1 milyon abonenin yaklaşık 3,7 milyonu taranmış olup, bunlardan 101 bin abonenin kaçak elektrik kullandığı tespit edilmektedir. Bu abonelere tahakkuk ettirilen 229,6 milyon ̈’nin yaklaşık 36,5 milyon ̈ ‘si yıl içerisinde tahsil edilebilmektedir (TEDAŞ, 2012: 16). 2011 yılında Türkiye’nin şebeke kaybı ve kaçak elektrik kullanımından kaynaklanan toplam zararı, yaklaşık 1.918 bin ton petrole eşdeğer olup, bunun parasal karşılığı ise 1,3 milyar dolar civarındadır. Türkiye’de, özellikle iletim dağıtım kayıplarının yüksek olduğu doğu bölgelerinde uzun yıllardan beri tesis, yenileme ve altyapı çalışmaları ciddi anlamda yapılmamakta, dağıtım şebekelerinde gerekli iyileştirmeye gidilmemektedir. Bu bölgelerde hala iktisadi ömrünü tamamlamış dağıtım kanallarıyla enerji transferi yapılmaya devam edilmektedir. Verimliliği düşük sözkonusu hatlarda gerekli yenileme çalışmaları yapılmak suretiyle teknik kayıpların en aza indirilerek ekonomiye geri kazandırılması, bugün için en büyük enerji tasarruf önlemlerinden birisi olmalıdır. Bu nedenle (enerji arzı) üretim yeterli olsa dahi Türkiye’deki elektrik iletim-dağıtım altyapısının mevcut haliyle tüketiciye istenilen kalitede elektriğin verilmesi olanaksızdır (DİKA, 2010: 29). Sonuç olarak, teknolojik gelişmeler ve beraberinde yenileme ve altyapı çalışmaları ile elektrik şebekelerindeki teknik kayıplar; yenilikçi sosyal politikalar ve denetim mekanizmasının gerektiği gibi yeterince uygulanması ile de kaçak kullanımlar aşağı çekilebilmektedir. 

Aksi halde, Türkiye’nin yüksek düzeyde dışa bağımlı olduğu petrol ve doğal gaz gibi enerji kaynaklarına alternatif teşkil edebilecek yerli enerji kaynaklarını harekete geçirme, iyileştirme ve geliştirilmede ya da enerji arzına nükleer enerji gibi yeni kaynakları dahil etmede ne kadar başarılı olunsa da enerji iletim dağıtım sitemininmevcut haliyle ve tüketicilerin kullanım alışkanlıkları değişmedikçe bir anlam ifade etmeyecektir. Öte yandan, yapılan hesaplamalara göre, kayıp-kaçak oranında gerçekleştirilebilecek %5’lik bir iyileştirme, yaklaşık 10 bin GWh elektrikte tasarruf sağlayacaktır.

 Ayrıca uzmanlara göre mevcut kaçak petrolün de ekonomide en az 1 milyar dolar vergi kaybına neden olduğu dikkate alındığında hem iletim ve dağıtımda optimizasyonun önemi hem de makul düzeylerdeki kaçak kullanım oranlarının önemi bir kat daha artmaktadır (TEVEM, 2010: 47).


Metin BAYRAK, Ömer ESEN

0 comments:

Yorum Gönder