MEB'in desteklediği bir İngilizce öğretim web sitesi imiş. Çocuklar DyNed'in tablet uygulamasına kendi okul numaraları ile girebildiklerini söylediler.

Konunun benle n'alakası var?..

Arada uygulamaya girip çocukları sıkıştırmayı düşünüyorum. (Kendi sınıfımı)
İngilizce notları çok düşük. İngilizce hocaları umarsız, hayat çok acımasız falan..




Laik-seküler demokrasi yerine İslâmî demokrasiyi savunduğum yazılarım vardır. Bu yazılara katılan ve katılmayanların görüş beyan etmeleri, tartışma açmaları da tabii haklarıdır. Bu kabilden bir yazı (Taha Akyol, Hangi Rejim, 19-6-15) üzerine bazı şeyler yazmam gerekiyordu, araya bir seyahat girdi, gecikmeli de olsa bu niyetimi gerçekleştiriyorum.

Bir Müslümanın bütün hayatında dinin izin ve yasakları hakim olmak durumundadır. Ben bir Müslüman olarak inancımın gereğini yazıyor ve savunuyorum. Benim inancıma uygun olan rejimin geçmişte eksik ve amacına ters uygulanması ve günümüzde bizim ülkemizde halen uygulanmasının mümkün görülmemesi ayrı bir konudur, inancın değişmesi ayrı bir konudur; inancımız değişmez, onu daima hatırlatır ve savunuruz.

Laik-seküler demokrasiyi savunan Müslümanlar ya itikadlarını değiştirmişlerdir veya bu rejimin İslam'a uygun olduğuna dair bir yoruma sahiptirler; ikincisi varid olduğunda yine laik demokrasiden ayrılmış, “dinin izin verdiği, dine uygun bir rejimi" benimsemiş olurlar.

Herhangi bir rejimin İslam'a uygun olmasının olmazsa olmaz şartı temel kaynağının ictihadlarla açıklanan Kur'an ve Sünnet olmasıdır.

Benim savunduğum İslâmî demokrasi (rejim) tarihte veya günümüzde eksik uygulanan veya adı var kendi yok olan uygulamalar değildir; ben teorik olarak kamil manada İslâmî olanı açıklamaya çalışıyorum.

Üç ciltlik “Mukayeseli İslam Hukuku" ve bunun özeti olan “Anahatlarıyla İslam Hukuku" isimli kitaplarıma bakılırsa bu teorinin detayları görülecektir. Kitabımdan aktaracağım aşağıdaki metin -bazı maddeleri tartışmaya ve ikmale açık- bu konuda iyi bir özettir:
“Modern fakat İslâmî bir devletin anayasası, bütün Müslüman mezhep sâliklerinin ittifak edebilecekleri ne gibi prensiplere istinad etmelidir" mevzûunu görüşmek ve bu prensipleri tesbit etmek için 21- 24 Ocak 1951 tarihinde Karaçi'de Seyyid Süleyman Nedvî başkanlığında toplanan ve içlerinde Mevdûdî'nin de bulunduğu 31 kişiden müteşekkil bir komisyon aşağıda özetleyeceğimiz maddeler üzerinde ittifak etmişlerdir.

1- Hem kanun vaz'ı, hem de yaratma bakımından gerçek hâkim Allah'tır.

2- Kanunlar Kur'ân-ı Kerîm ve Sünnet'e istinad eder; bu iki kaynağa aykırı hiçbir kanun vazedilemez, karar verilemez, mevcut aykırı mevzuat belli bir zaman içinde kaldırılır.

3- Devlet; vatan, dil, soy gibi nazariye ve unsurlar üzerine değil, İslâm'ın beşer hayatına getirdiği nizam üzerine dayanır.

4- Kitâb ve Sünnet'in gösterdiği iyilikleri yaşatmak, kötülükleri yok etmek; İslâmî esasları ihyâ ve i'lâ eylemek; meşrûiyeti kabul edilen mezheplere göre din öğretiminin temini için gayret etmek;

5- Bütün dünya Müslümanlarının aralarında mevcut kardeşlik bağlarını kuvvetlendirmek, Müslüman ülkeler dahilinde lisan, soy, yurt, sınıf gibi farklılıklara dayanarak İslâm birliğini bozan tefrika sebeplerini önlemek devletin vazifesidir.

6- Devlet; sınıf ve din farkı gözetmeksizin, insan için zarurî olan yiyecek, giyecek, mesken, tedâvî ve öğretim gibi hususları, bunları bizzat elde etmeye -bir ârıza sebebiyle- muktedir olamayanlar için temin etmeyi tekeffül eder.

7- Vatandaşlar, kendilerine İslâm şeriatinin bahşettiği can, mal, namus himâyesi; fikir, vicdan, ibâdet, seyahat, toplanma ve kazanç için teşebbüs hürriyeti, sosyal kurum ve kuruluşlardan faydalanma ve yükselmede fırsat eşitliği gibi bütün haklardan -kanunun çizdiği hudûd içinde- istifade ederler.

8- Şeriat cevaz vermedikçe hiçbir kişinin elinden bu haklar alınamayacağı gibi savunma hakkı verilip mahkemede hüküm giymeyen hiçbir kimse de bir suç veya günahtan dolayı cezalandırılamaz

BİLİŞİM TERİMLERİNİN AÇILIMI
(alıntıdır)
--  BIOS = Basic Input/Output System (this is the operational 
configuration for your motherboard)
CPU = Central Processing Unit
ECC = Error Correction Code, or Error Checking and Correction
FCPGA = Flip Chip Pin Grid Array (interface for some Pentium CPU's)
FPU = Floating Point Unit
FSB = Front Side Bus (also referred to as the system bus)
GHz = GigaHertz (billion cycles per second)
MHz = MegaHertz (million cycles per second)
MMX = MultiMedia eXtensions 
PPGA = Plastic Pin Grid Array
SECC = Single Edge Contact Cartridge
SECC1 = Slot interface for some Pentium2 CPU's (233Mhz=450)
SECC2 = Slot interface for some Pentium2&3 CPU's (currently up to 1Ghz)

Source: tomshardware.co.uk



using System;
using System.Collections.Generic;
using System.Linq;
using System.Text;

namespace ConsoleApplication25
{
    class Program
    {

        static void HosgeldinMesaji()
        {
            Console.WriteLine("Fonksiyonlari Tanitan Konsol Uygulamamıza Hosgeldiniz.");
        }


        static void GuleGuleMesaji()
        {
            Console.WriteLine("Konsol Uygulamamizi Basariyla Tamamladik.Hosca Kalin");
        }


        static double AlanHesapla(int r)
        {
        double alan=3*r*r;
        return alan;
        }
     
     
     
     
           
     
     
        static void Main(string[] args)
        {
            HosgeldinMesaji();
            int yaricap=1;
            Console.WriteLine("Dairenin Yaricapi Kac Olsun? =");
             yaricap = Convert.ToInt16(Console.ReadLine());


           double sonuc=AlanHesapla(yaricap);
           Console.WriteLine("Yaricap,"+ yaricap+" oldugunda alan ="+ sonuc+"olur.");


           GuleGuleMesaji();

           Console.ReadKey();




         
        }
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
    }
}



Siyaset Sosyolojisi dersinde hocamla kararlaştırmış olduğumuz ve yazmakla yükümlü bulunduğum "Liberalizm" makalesinin tam metni aşağıdadır. İlerleyen zamanlarda daha üstünde oynama yaparım gibime geliyor.


--

İstirham Ederim.

MS Word 2007 gibi kalas bir ofis sürümü kullanıyorsanız, word'ü pdf'e çevirirken dahi eklentiye ihtiyaç duyuyorsunuz arkadaşlar. Neyse ki Microsoft'un sitesinden ücretsiz olarak indirebildim.

İndirme Linki Aşağıdadır.

https://www.microsoft.com/tr-TR/download/details.aspx?id=7



Atilla Yayla l Liberalizm Okumaları


Liberalizm okumaları
22 Mar 2014, Cumartesi


Türkiye liberal düşünceyle hayli geç tanıştı. Ülkede istikrarlı bir liberal fikir akımı uzun süre oluşamadı. Osmanlı"da Prens Sebahaddin ve Cavit Bey gibi isimlerle boy gösteren liberalizm filizi, maalesef, fidana ve çınara dönüşemedi. Tek parti döneminde birçok fikir ve akım gibi liberal düşünce de zorbalıkla bastırıldı. M. Kemal liberalizmin ancak sömürge yönetimlerine uygun olduğu kanaatindeydi. 1950"de çok partili hayata dönülünce, liberal düşünce yeniden doğmak için bir fırsat buldu. Bunun en önemli meyvesi İstanbul"da kurulan Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti"ydi. Ne yazık ki, "Hür Fikirler" adıyla yaklaşık bir yıl yaşayan bir dergi de yayımlayan Cemiyet kısa ömürlü oldu ve 1950"lerin bugünlere çok benzeyen çalkantılı, doğru okunması zor siyasî ortamında liberaller CHP tarafından önce yanıltıldı sonra yutuldu. Liberal düşüncenin tekrar fikir sahasına çıkması için 1990"ların başında Liberal Düşünce Topluluğu"nun kuruluşuna kadar beklemek gerekti.
İşte bu makûs tarihi ve talihi yüzünden ülkemizde liberal düşünce gerek halk arasında gerekse entelektüel ve akademik çevrelerde hak ettiği ölçüde öğrenilmedi, bilinmedi ve geliştirilmedi. Bilim, fikir, kültür ve sanat hayatında ya hiç varlık gösteremedi ya da hep gerilerde kaldı. On yıllar boyunca kendine liberalim diyen birkaç kişi bile çıkmadı. Temel liberal eserler dilimize aktarılamadı. İnsanlar büyük liberal filozofları okuma ve fikirlerinden yararlanma imkânından mahrum kaldı. İnsanlığın entelektüel birikiminin en önemli kısmına verilen ad olan liberalizm gün ışığına çıkamadı. Şükürler olsun ki, son yirmi yılda bu talihsiz durum değişmeye başladı. Genel olarak liberalizm veya liberal açıdan belli meseleler hakkında telif ve çeviri eserler basılmaya başladı ve bunların sayısı yavaş yavaş da olsa artıyor.

Bu çerçevede, liberalizm hakkında okumak ve bilgisini artırmak isteyenlerin dikkatini iki yeni kitaba dikkat çekmek istiyorum. İlk kitap, Cennet Uslu"nun editörlüğünü yaptığı "Liberalizm El Kitabı" (Kadim Yayınları, 2013). Bir derleme olan bu eserde F. A. Hayek, Alan Ryan, Eric Mack, Gerald Gaus, Jeremy Waldron, Laren E. Lomasky, Jan Narveson, Norman P. Barry, Randy E. Barnett, Charles Larmore, William Galston ve Chandran Kukathas"dan çeviriler yer alıyor. Ülkemizden de değerli liberal akademisyen ve fikir insanı Mustafa Erdoğan"ın bir yazısı kitapta bulunuyor. Uslu"nun ve beraber çalıştığı arkadaşlarının yoğun emeğinin ürünü olan bu derleme, hemen hemen geniş anlamda liberal gelenek içinde yer alan tüm ana çizgiler -yani Amerikan liberalizmi, klasik liberalizm ve anarko-kapitalizm- açısından yazılmış makaleler kapsıyor.

İkinci kitap da bir derleme. Yayına ben hazırladım. Adı "Hangi Liberalizm?" (Liberte Yayınevi, 2013). Bu kitap esas itibariyle hem Amerikan liberalleriyle klasik liberaller arasındaki tartışmalar hem de klasik liberalizmin tarihi ve muhtevası hakkında. Tartışmalar Samuel Freeman ile Jason Brennan ve bendeniz arasında. Freeman"ın klasik liberalizme yönelik eleştirilerine kısmen benzer kısmen farklı argümanlarla ben ve Brennan ayrı ayrı cevap veriyoruz. Ayrıca, bu vesileyle, bir Amerikan liberalizmi (eşitlikçi, devletçi, refah devletçi, sosyal liberalizm) eleştirisi de yapıyoruz.

Diğer yazılar ünlü bir klasik liberal ve fikir tarihçisi Ralph Raico, yine tarihçi Steven Davies, Smith-Menger-Hayek geleneğinden iktisatçı akademisyen Steve Horowitz ve siyaset bilimi profesörü David Conway"den. Kitap dikkatli bir okumayla Amerikan liberalizmi ile klasik liberalizm arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları önemli ölçüde kavramaya yeterli. Sanıyorum bu husus Türkiye"de gitgide daha fazla önem kazanacak. Çünkü, sol liberal denen kimseler ile klasik liberaller önümüzdeki yılarda daha fazla ayrışacağa benziyor. Dolayısıyla, bu derleme, popüler medyada liberal etiketi yapıştırılanların orijinal teori açısından ne kadar liberal olduğunu değerlendirmede de bir ölçüt seti sağlıyor denebilir. Son olarak, kitap, aynı zamanda, okuyuculara yazıların kaynakçalarını kullanarak her iki akım hakkında daha çok okuma malzemesine ulaşmak için rehberlik yapacak mahiyette.

Fikir akımlarında ve fikir geliştirmede makalelerin ve kitapların yeri tartışılmaz. Türkiye gibi aşırı politize, siyasî sistemin kurallarının yeterince gelişip oturmadığı, Akdeniz bölgesinin tez canlılık ve kestirmecilik karakter özelliklerinin hemen hemen her insanda yansıdığı, şifahî kültürün yazılı kültürü fazlasıyla bastırdığı bir coğrafyada kalıcı, iz bırakmış, yazılı kaynaklara gitmek, onlardan sabırlı ve soğukkanlı bir çabayla yararlanmak her bakımdan çok mühim.

"Liberalizm El Kitabı" ve "Hangi Liberalizm?" tüm meraklı okurlara tavsiye edilmeye değer



Püritan Dogmaların Korkusuz Müdavimi: Anne Hucthinson

Merhaba. Açıkçası zor bir yazı olacak bu benim için. Ancak yine de toplumumuzun iyileştirilmesi yönünde faydası olabileceği ümidiyle yazma teşebbüsünde bulunuyorum.

Konumuz Anne Hutchinson(1591-1643). Kendisi aslen İngiliz olup, 17. yüzyılda Amerika’da yaşamış radikal bir feministtir. Ancak feminist oluşunun onunla sizin aranıza onulmaz duvarlar örmesine fırsat vermeyin. Zira bu yazımda Hutchinson’ın feminist eğilimlerinden çok “idealist ruhlu bir kadın” oluşuna dikkat çekmek arzusundayım.

Hutchinson, değişmez düşüncelerinin bedelini hayatıyla ödedi. Belki o zamanlarda, kendisiyle arasında zuhur eden ciddi krizlerin yegâne müsebbibi olan Kilise’nin dayatmalarına boyun eğseydi onun için daha yapıcı sonuçlar doğurabilirdi. Fakat o buna yeltenmedi. Üçüncü kişilerin tanrıyla insan arasına giremeyeceği ve olur da girmeye çalışırlarsa onların dikte ettiği yaptırımların geçersiz olacağını ısrarla savunmaya devam etti.

Kiliseyle barışmadı, uzlaşma yoluna gitmedi. Aforoz edilmesi, Amerika’nın kuş konmaz eyaletlerine sürgüne gönderilmesi onu yıldırmadı. Tüm bu yıpratıcı müdahalelere rağmen, sahip olduğu ideolojik yargılarını muhafaza etmekten gocunmadı.

Ve tüm bunlar 17. yüzyılın Amerikası’nda yaşandı! Evet, buraya dikkat çekmeye çalışıyordum.
Düşünün, henüz Amerika topraklarına demokrasi bilincinin gelişmediği, Amerikan halkların Britanya’ya isyan bayrağını çekmediği, Bağımsızlık Bildirgesinin bile yayınlanmadığı bir dönemden bahsediyoruz. 

İşte Anne Hutchinson böyle bir dönemde Püritan düşüncelerini savunmaktan korkmadı. Kaynaklar onun Amerika feminizminin öncülerinden olduğunu yazıyor. Oysa ben sırf o yıllarda Amerika’nın kadın haklarını savunan birkaç öncü isimden biri olmasının, onu feminist akımın partizanları ile birlikte değerlendirmemiz için yeterli bir kaide olmadığını düşünüyorum.

Anne Hutchinson bundan tam 3 asır önce yaşadı. Onunla ilgili günümüze ulaşan kaynak çok az. Kendisini yeterince tanımıyoruz. Bu sebeple Hutchinson’ı, feminizmin karanlık kuyularına savurmamalıyız diye düşünüyorum. Bununla birlikte onu daha iyi anlayabilmemiz için, onun isyankar kişiliğinin kemikleşmesinde rol alan  püritan doktrinlerin de kavranması gerektiğini düşünüyorum.

Püritanlik, Peki Ama Nasıl?
Reform hareketleriyle kendisine yaşam alanı bulup, Orta Çağ Amerika’sında yerleşik bir inanç halini alan püritanizm, mantık dışı dogmalarla şekillendirilmiş bir Hristiyan mezhebidir. Kaynağını Protestanlıktan alır.

Püritanizmin Katolik nefreti zamanla o kadar büyüyüp güçlendi ki, bu saplantılı inanışın mensupları kendileri gibi düşünmeyen tüm insanları “cehennemlik” görmeye başladı.

Püritan eğilimlerini biraz da Yahudiliğe benzetebilirsiniz. Yanlış anlaşılmasın; “Yahudilik de tıpkı Püritanizm gibi sadist reaksiyonlar geliştirir.” demiyorum. Ancak gerek Püritanizmin koruyuculuğu, mutlu olmayı kendilerine haram ve günah saymaları, homojen ve milliyetçi yapısı, kendisi gibi olmayan insanlara karşı takındığı tavırlar bu iki inanışı birlikte yorumlamama sebep oluyor.

Bir Püritan Olarak Hutchinson

Püritanizmin ana hatlarını çizdikten sonra, şimdi dilerseniz tekrar asıl konumuz olan Anne Hutchinson’a dönelim ve Püritan öğretilerinin Hucthinson’ın mizacının oluşmasında nasıl bir etkisi olduğunu kavramaya çalışalım.

17. yüzyıl Amerika’sında ölümden korkmayan ve radikal düşüncelerini her yerde korkusuzca açıklayabilen bir “kadın” dan dan bahsediyoruz. Mevzû bahisin bu “kadın karakterin” feminizme nereden baktığıyle ilgili olmadığını, sanırım anlıyorsunuz. Mesele, bu kadar buhranlı bir Amerika coğrafyasında dünya görüşünü ölümü pahasına savunabilen bir kadının varlığıdır!

Bir erkek dahi yer yer inandığı dava uğruna can yakıcı yaptırımları göğüs geremeyebiliyorken, böyle sancılı bir süreçte bir kadının, ideolojisini savunmada gösterdiği cesareti, sizce de takdire şayan değil mi? Bu cesur duruşun kahramanı konumunda olan Anne Hutchinson sizce de hakkında bahsedilmeyi hak etmiyor mu?

Ve bizlerin tarihin içinden beliren böylesi güçlü bir karakteri tanıyıp, yaşantımıza cesaret doğrultusunda yeni bir vizyon oluşturması gerekmiyor mu?

Özellikle Kızlarımızın Çıkaracağı Dersler Var!

Anne Hutchinson’ın hazin ama vurucu yaşantısından özellikle bayan arkadaşlarımızın çıkaracağı dersler olduğunu düşünüyorum.

“Nedir peki bu dersler?” diye soracak olursanız, öncelikle, hiç düşünmeden “Cinsiyet engel değil.” cevabını verirdim sizlere. Çünkü cinsiyet, kadınlarımızın büyük atılımlar yapması, inandıkları değerleri yaşayıp çevrelerine anlatması, farklı olmaları mesela; diğerlerinden aykırı da olsa bir dünya görüşünü benimseyip bunu korkusuzca dillendirebilmeleri için bir engel teşkil etmemektedir. Niye etsin ki hem azizim?..  Onlar da tıpkı bir erkeğin genlerinde kodlanmış olduğu gibi azim ve kararlılık yetilerine sahiptir. İnanıp gayret ettikleri takdirde elbette ki büyük başarılara imza atabilirler, zor gibi görünen işlerin üstesinden gelebilirler.

Bir diğer ayrıntı, kadının toplumda var oluşu, yaşayan ve ilgileri olan, kendi inanç eksenini şekillendirebilen bir insan oluşuyla ilgilidir. Sırf kadın doğduğu için, bir bayanın erkeğinin kendisine aşıladığı fikirlere üstünkörü itaat etmesi gerekmez. Toplumun başat zemininden pek âlâ farklı düşünebilir ve bu düşüncesiyle toplumda var olabilir. Hele de demokratik özgürlüklerin söz konusu olduğu modern bir toplum düzeninde, inanın bu durum o kadın için hiç de zor olmayacaktır. Tek yapması gereken kendi eksiklerini fark edip, eylemlerini zaaflarını onarma doğrultusunda yapılandırmasıdır.

Takdir edersiniz ki bunun için de suya sabuna dokunması, tüm gücünü toplayıp kollarını cehalet batağına bağlayan görünmez zincirlerden kurtarması gerekecektir. Okuması, araştırması, sorgulaması, çok sorgulaması lazım gelecektir.

***

Anne Hutchinson kilisede yargılanıp idam edilmeseydi günümüze bıraktığı izdüşümleri daha farklı olacaktı hiç şüphesiz. Oysa biz bugün onu araştırmada ve tanımada çok zorluk çekiyor ve fakat tanıdığımız kadarıyla anlamaya çalışıyoruz.  Dilerim bu kavrayışı hayatımızı güzelleştirmek adına özümseyip hakkıyla yaşantımıza yansıtabiliriz.

Sevgiler, Rukiye Eğlence | 02.08.2017



1.Adam Smith ~ Ulusların Zenginliği
2. John Locke ~ Hükümet Üzerine İki İnceleme
3.John Locke ~ Hoşgörü Üzerine Bir Mektup
4.John Stuart Mill ~ Faydacılık
5.John Stuart Mill ~ Özgürlük Üstüne
6.Mete Tunçay ~ Batıda Siyasi Düşünceler Tarihi
7.Montesquieu ~ Kanunların Ruhu
8.Tocqueville ~ Amerika'da Demokrasi
9.Tocqueville ~ Eski Rejim ve Devrimi
10.Thomas Paine ~ İnsan Hakları
11.Anonim ~ Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi
12.Isaiah Berlin ~ İki Özgürlük Üzerine
13.Charles Taylor ~ Negatif Özgürlük(Cogito'da yayınlanmış makale yıl:2000)
14.C B Macpherson ~ Demokrasinin Gerçek Dünyası
15.Levent Köker ~ Demokrasi Üzerine Yazılar
16.John Rawls ~ Siyasal Liberalizm
17.John Rawls ~ Halkların Yasası
18.Robert Nozick ~ Anarşi Devlet ve Ütopya
19.F. A. Hayek ~ Kanun, Yasama Faaliyeti ve Özgürlük
20.F A Hayek ~ Kölelik Yolu
21.John Gray ~ Liberalizmin İki Yüzü
22.Francisco Vergara ~ Liberalizmin Felsefi Temelleri
23.John Keane ~ Sivil Toplum ve Devlet

--
Kaynak: Fatmagül Berktay

Önceden Subliminal Mesajlar vardı. Şimdilerde reflektif takılınıyor. Bunun yazılılarla n'alakası var?!.

Hiç.. Hiçbir alakası yok. Sadece kabına sığmayan bir gerginlik ve bir şeyleri bahane edip hayıflanma isteği var içimde, hepsi bu.







class FonksiyonlariOgreniyorum {
public void HosgeldinMesaji()
{
    Console.WriteLine("Fonksiyonlari Tanitan Konsol Uygulamamıza Hosgeldiniz.");
}
public void GuleGuleMesaji()
{
    Console.WriteLine("Konsol Uygulamamizi Basariyla Tamamladik.Hosca Kalin");
}
static double AlanHesapla(int r) { double alan= r * r * Math.PI; return alan; }




static void Main() {
HosgeldinMesaji();
int yariCap= 5; double sonuc= AlanHesapla(yariCap); Console.WriteLine("Alan= {0:0.00}"+ sonuc);
GuleGuleMesaji();
// Keep the console open in debug mode. Console.WriteLine("Cikmak icin bir tusa basin."); Console.ReadKey(); }




} // Output: The area is 78.54 --Virgulden sonra iki basamagi gosterdi.

Merhaba,

Bu yazımda size Nâsî'yi tanıtacağım. Kendisi, yukarıdaki kırmızı saksıda gördüğünüz çiçektir.

Akçakale'den değerli bir büyüğüm Öğretmenler Günü Hediyesi olarak armağan etti onu bana. Gerçekten çok sevindim. Zira evde yalnız yaşıyordum ve... Bilirsiniz her paranoyak gibi arada ben de kendimle konuşuyorum. Hayır, kafayı yediğimi düşünmedim hiçbir zaman ama bir yol arkadaşı da gerekiyor hattı zatında.

İşte bu canlı mekanizmanın nasibinde, bana yol arkadaşlığı etmek varmış. Açıkçası işi biraz zor. Karmaşık konuşur, kompleks cümleler kurarım. Muhatabıma güveniyor ve kendimi onun yanında güvende hissediyorsam kuvvetle muhtemel hiç susmam. (Okulda bunun tam tersiyim. Sanırım ücretliler de dahil, okulun en sessiz hocası benim).

***

Dün onu köşesine yerleştirirken "Sana isim ne koyalım?.." diye sormuştum. Cevap vermeyince tekrarladım: "Senin ismin ne olsun."

Sessiz kalmayı tercih etti. Bir insan canlısının yeni karşılaştığı muhatabıyla bu kadar içten konuşmasına ihtimal vermediğinden biraz şaşırmış olabilir.

***

Bu sabah zihnimde, nasılsa bir yerlerden "Vennâs!.." "Ey Nâs!.." ifadeleri belirdi. Kulağıma çalındı gibi bir şey. Ben de uyanınca "Tamam" dedim. "Bu, Rahmanı Zü'l Celal'den beklediğim işaret!.."

Ona, çiçeğe "İnsanlarla hemhal olan, onlarla ilgilenip araştıran, yüzünü insanlara dönen" anlamındaki Nâsî ismini koydum. (Osmanlı Devletinde her padişahın benzer mahlasları olduğunu hatırlayın.)


Bu durumda ben de Nebâtî oluyorum her halde (Yüzünü bitkilere-otlara dönen)

Bizim hikayemiz de Nâsî ile Nebatî'nin Düşündüren Hikayesi oluyor.

Bu konuda daha rahat bir zamanda elle tutulur yazılar yazarım inşaallah. Şimdilik sadece Nâsî ile tanışın istedim.

Onu bana hediye eden Muhterem Ahmet Ağabey(Arifoğulları Sigorta)'ya müteşekkirim.

Yeni yazılarda görüşmek üzere arkadaşlar, sevgiler, selamlar.

Rukiye Eğlence



Bazı oyunlar direkt siteden indirilebiliyorken bazıları için bilgisayarınıza FlashPlayer programını kurmanız gerekiyor. O da tarayıcınızın yönlendirmesiyle hemen yüklenebiliyor zaten.

Okuldaki Kimya Hocamızın bir ricası idi Periyodik Cetvel oyunlarını araştırmam. İlgilenen arkadaşlar varsa belki diye blogumda da paylaşıyorum.

Liste aşağıda arkadaşlar.

Kolaylıklar Diliyorum.








































BİLDİRİ TAM METNİ YAZIM KURALLARI

1.      Çalışmada, başlık büyük harfle koyu olarak ortalı yazılmalı, hemen altında sağa dayalı olarak yazarın adı-soyadı yer almalıdır. Sayfa altına verilecek numaralı açıklama dipnotunda sırası ile akademik unvan, kurum ve e-posta adresi bulunmalıdır. (ukep)
2.      Başlık ve yazar adından sonra 300’er kelimelik 10 punto Türkçe ve/veya İngilizce özet yer almalıdır. İngilizce özette başlık da belirtilmelidir.
3.      Harf karakteri Times New Roman ve punto büyüklüğü 12 olmalıdır. Tablo,  dipnot ve kullanılan kaynakların punto büyüklüğü ise 10 punto olabilir..
4.      Çalışma M. Word programında ve A4 kâğıt boyutuna göre bloklanarak yazılmalı, alt, üst, sağ ve soldan 2, 5 cm, alt bilgi ve üst bilgi ise 1, 25 cm boşluk bırakılmalıdır.
5.      Paragraflarda satır aralığı bırakılmamalı, girinti: 0 cm, aralık: önce 6 nk- sonra 6 nk ve satır aralığı: tek satır olmalıdır.
6.      Metin içerisinde kaynak gösterilecek ise parantez içinde yazar soyadı, yayın yılı ve sayfa numarası sıralı biçimde (Çaycı, 2002:520) şeklinde; dipnot olarak gösterilecek ise Yazar adı, soyadı, kitabın adı (koyu olacak şekilde-makale ise tırnak içinde ve italik), yayınevi, yayın yeri, tarihi, sayfa numarası sıralı biçimde verilmelidir. Kullanılan kaynaklar, dipnotlarla aynı biçimde metin sonuna soyada göre alfabetik olarak sıralanarak konmalıdır.
7.      Tablo ve grafikler ise ayrı ayrı numaralandırılmalı, tablonun veya grafiğin hemen altında ise 10 punto ile kaynağı belirtilmelidir.
8.      Metinle doğrudan alakalı olmayan Orijinal belge, resim, harita ve benzeri resimler gerekmedikçe metin içinde yer almamalı, numaralandırılarak metin sonuna eklenmelidir.



Aklımda yeğenimle(Furkan/13) yaptığım konuşmadan küçük bir anekdot kalmış.

"Peki sen hiç oyunlarında kızlara istek gönderiyor musun?"
"Haayır Tabii ki de!."

Sustum, gülümsedim.

***


+







Cinsiyet Sosyoloji'si dersinde hocamla belirlemiş olduğumuz "Bilgisayar Oyunlarında Cinsiyet Kavramının İşlenişi" konulu makalem doğrultusunda hazırladığım bazı soruları sizlerle paylaşıyorum arkadaşlar.

İsteyen yazılımcı arkadaşlar soruları cevaplandırıp şahsıma mail atabilirler. (rukiyegle@gmail.com)

Ne kadar çok veri o kadar sağlam bir makale anlamına geliyor benim için.

Bir de dua ediniz efendim. Durumum gerçekten kritik.

Saygılar, Rukiye.

--

[ Oyun Tasarımcıya Sorular ]


Çocuklara yazılı sorularını bloguma atacağımı söylemiştim.
Ama muhtemelen çoktan unutmuşlardır :)


--

PEKMEZLİ 1. DÖNEM 1.YAZILILAR

https://drive.google.com/file/d/1W0AXjS2JxXIUGITzINLaLFDzLrX8-Wfr/view?usp=sharing

**

PEKMEZLİ 1. YAZILILAR(SINIFLARI EKLENMIŞ)


Dosyaları klasör halinde indirmek için lütfen buraya tıklayın.




Adamlar yapmışlar Hocam!..

Bizim gibi oturdukları yerden çekirdek çitleşmiyorlar. Online fotoğraf editörüdür. Hiçbir şekilde kurulum, exe, setup metup gerektirmiyor.

Bize de helal olsun deyip afiyetle kullanmak düşüyor.

~

So, congrats t'all!..



Tam bir baş belasıdır.

Ne olduğuyla ilgili ağaşıdaki bağlantıyı okuyabilirsiniz.

Biçimlendirme İşaretçisini Gösterme ve Gizleme

Şöyle bir şeydir:







Bu programı Gezginler.com'da buldum arkadaşlar. USB diskinizi boot edip flash bellek üzerinden bilgisayara format atmak gibi bir düşünceniz varsa, bu programı kullanabilirsiniz.

Öncelikle önceden [win_version.iso] şeklinde convert ettiğiniz windows sürümünü, Rufus'ta SEÇ butonu ile seçip BAŞLAT butonuna basıyorsunuz.

(windows kurulum dosyalarını iso olarak sıkıştırmak için de yine [convert iso] tarzında bir arayüze ihtiyaç duyabilirsiniz.

İşte bu menem bir programla:

iso creator interface)

Ha, yok ben kasıntıyım efendim PC'me Linux Yükleyeceğim derseniz o zaman da Linux'unuzun iso dosyasını upload edin, hiç sıkıntı değil.

Bende program çalıştı.

Umarım sizler de faydasını görürsünüz.

Saygılarımla.


» rufus indir










Yani Tatarlar diyor ki ben amerikanin köpegiyim. Tatarların konuyla alakası yok. Ben de alakaya tatardanoz olsun diye yazdım zaten.




Online kitap okuyabileceğiniz bir portal. Yalnız dili İngilizce. Bir de kitabı görüntülemeden önce üyelik şartı koymuşlar. Güzel site. Ben şahsen faydalı buldum.

Sizle de paylaşmak istedim.Umarım beğenirsiniz.

https://www.jstor.org


Bilenler bilir. Daha doğrusutakip edenler bilir. Bundan yaklaşık 6 ay önce Muharrem İnce feci bir algı operasyonuna maruz bırakılmış, kaset iddialarıyla yolu tıkanmak istemişti.

İnce mutedil adamdır. Öğretmen zaten (Bunun getirdiği bir yeknesaklık, kayıtsızlık hemen seciyesinde beliriyor). Kaset yaygarası karşısında bırakmadı süreci. Pusmadı. Sinmedi.

İnce'ci değilim ve seçimlerde ona oy vermedim ama İnce kaset yaygaralarında yaşanan gerçeklik tam olarak bu idi.

Ezcümle ve'l hâsılı kelam, bence İnce, süreci başarılı atlattı. Amaç onun itibarsızlaştırılmak suretiyle seçimlerden çekilmesi ya da en azından seçim kampanyalarından vazgeçmesi idi. Bu olmadı. Bugün Muharrem İnce'yi meclis kurultayı tartışmalarında görüyoruz ve hiç de politikadan çekilecek gibi durmuyor inanın.

***

Şimdi gelelim "Kavanoz" hadisesine.

Dünya'nın Kavanoz dipli olduğunu, İnce Skandalizasyonunun ardından, Brett Kavanaugh Operasyonunda daha net görebiliyoruz.

Senaryo şu...

ABD'de seçimler yaklaşıyor.

Dişli bir rakip -ama doğrucu ama yalancı- Kavanaugh.

Onu demokrasinin enstrumanlarını kullanarak Yargıtay'a adaylığını koymasıyla tanıyoruz.

İşin "Komedi" boyutuna bakın ki tam da böyle bir zamanda bir kadın "Intercept" stüdyolarına gelip Kavanaugh'un geçmişiyle ilgili fersah fersah belgelerin olduğu bir arşivi teslim ediyor. Kimliğinin gizli tutulmasını rica ediyor Intercept'ten (ki bu skandalı daha da harlayacaktır. Bilirsiniz, insanlar gizli şeylere hep daha fazla ilgi duyma eğiliminde olmuştur)

Intercept daha "Yahu nedir, ne değildir?" diye mukayese ederken New York Times haberi kapıp kaçıyor resmen.

New York Times böyledir arkadaşlar. Her ne kadar Liberallere yakın duruyorsa da, toplumda büyük etki yaratacak bir haber yakaladıysa ustalıkla kısa sürede tüm dünyaya yaymayı başarabiliyor. Zamanında aynı gayeyle Türkçe tweet attığını hiç hatırlatmıyorum bile.

***

İyi de efendim. Bu olaylardan hiç mi Pentagon Hükümeti'nin haberi olmuyor. Oluyorsa demokrasiye gölge düşüren böyle bir yaygarayı neden durduracak yaptırımlar icra etmiyor. Yoksa milletin Algı Operasyonlarıyla uyutulması bir yandan, (İnce'den) işine mi geliyor Pentagon'un.

Biraz daha sorgulayalım...

Pentagon, neredeyse tüm istihbaratını CIA'den alıyor değil mi? CIA bu kirli belgelere ulaşma konusunda mahirdir. İşte, seks iddiaları, tacizler vs..

Ancak kamuoyunun CIA'den beklediği ele geçirdiği bu belgelerin gizliliğini korumasıdır. Ve bununla ilgili yasal yükümlülüğü dahi var diye biliyorum: Ele geçirdiği gizli belgeleri Medyadan gizlemek adına.

Şimdi, toparlıyoruz...

Benim okuduğum; ABD seçimleri yaklaşırken, Pentagon Hükümeti'nin, kendilerinin adamı olmayan  Kavanaug'un Yargıtay'a yerleşmesini engellemek adına CIA'den -zaten biliyor ve fakat zamanını bekliyor olduğu- skandal Kavanaugh belgelerini Medya'ya sızdırması konusunda düğmeye basmış olmasıdır.

Bakmayın, başta Pentagon'la Trump bozuşuk gibiydi ama şimdi aralarında bariz bir uyum ve senkronizasyon var. Yani Pentagon Ekibi, Yerel seçimlerde de Trump'la birlikte çalışmak düşüncesindedir.

Budur yani arkadaşlar.

Kavanaugh'u savun-muyorum. İşlediği tüm günahlar, tacizler boynunun borcudur. Ama bir şeyleri görün diye anlatıyorum tüm bunları.

Hükümetlerin, "Liyakat" düsturuna bakmaksızın istediği şarlatanı istediği makama getirip, istediğini bertaraf edebilecek YETKE'si (özellikle yetki demiyorum. Yetki legaldir. Ancak yetke kullanımı gayri ahlaki de olabilir) vardır.

Bakıyoruz Filistine. (Bakmayalım.Çok tehlikeli 😲)

Bakıyoruz Pakistan'a (Buna biraz bakabiliriz). İmran Khan başbakan oldu değil mi? Khan'ların son on yılda hep merkez ülkelerin liderleriyle iyi geçindiğini, onlarla iletişim/paylaşım halinde olduğunu biliyoruz. Ve İmran Khan'ın -hem de Pakistan darbesinin hemen ardından- başa geçmesi çok da şaşırtmıyor bizi.

Yani hükümetler istediğini istediği anda yıkayıp ambalajlayıp üst mevkilere servis edebiliyor. Kendi bilek gücüyle bir yerlere ulaşmaya çalışan azınlık varsa, Muharrem İnce ve Brett Kavanaugh gibi, skandal haberlerle işlerini bitirmeyi de.

Aslında..

Arkadaşlar, dostlarım!..

Söylemek istediğim şeyi anlayın yeterli. İnanın fazla konuşamıyorum. Tüm hakikatperestler gibi benim de bir ayağım çukurda. Olayı kendi hikayeme getirecek değilim ama..

Ama bilin arkadaşlar..

Olaylara biraz daha tepeden baktığınızda çok farklı bir tablo ile karşılaşıyorsunuz.

Kısmet olursa daha çookk... yazacağım.

Sosyaliize evimiz, yaşasın okulumuz felan :)

Sevgiler, Rukiye Eğlence.
Online Olarak Video/Audio File indirebileceğiniz sitedir. Hiçbir kurulum gerektirmiyor.

Link Aşağıdadır Arkadaşlar,
Umarım beğenirsiniz :)

https://distillvideo.com/







İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi No:40 (Mart 2009) POSTMODERN DÜNYADA İDEOLOJİNİN DÖNÜŞÜMÜ
* H. Birsen ÖRS**

Özet

 Aydınlanma döneminin ürünü olan ideolojiler, dünyayı anlamlandırma ve bireylere kimlik kazandırma aracı olarak 19. ve 20 yüzyılın toplumsal, iktisadi ve siyasal örgütlenme biçimlerini belirlemişlerdir. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle Batılı, sanayileşmiş toplumların hem üretim biçimlerinde hem de buna paralel olarak epistemolojik düzleminde yaşanan değişim ideolojilerin de anlamında önemli bir dönüşüme neden olmuştur. Bu yazıda, küreselleşme ve post-modernizmin, ideolojilerin hem içerik hem de pratikte algılanış biçimlerinde ne gibi bir dönüşüme neden olduğu ele alınacaktır.

 Anahtar Kelimeler: İdeoloji, Postmodernizm, Küreselleşme Transformation Of Ideologİes In The Postmodern World Abstract Ideologies as the output of the age of Enlightenment which has played a functional role in relation to economic, social and political formation of western societies especially during 19th and first half of 20th centuries have two basic functions: establishing identities, and explaining and construing the world. As from the mid-20th century some fundamental changes which took place in the mode of production as well as in the modern epistemological perspective have transformed the meaning of ideology in post-industrial societies. This paper deals with the transformation of ideologies with regard to its content and appearance, in the age of globalization and post-modernism. Keywords: Ideology, Post-modernism, Globalization

*** 18. yüzyıl Aydınlanma döneminin akılcı filozoflarından olan Antoine Destut de Tracy’nin, bugün bizim “bilim”e atfettiğimiz anlama yakın bir anlam yükleyerek “düşüncelerin bilimi” olarak tanımladığı ideoloji kavramı, o günden * Bu yazı, 25-28 Ağustos 2008 tarihinde HFSA ve İstanbul Barosu tarafından Düzenlenin Hukuka Felsefi ve Sosyolojik Bakışlar IV konulu toplantıda sunulan “Dünyayı Anlamlandırma Aracı Olarak İdeoloji” başlıklı metnin yeniden düzenlenmiş halidir.

** Doç.Dr., İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, Siyaset Bilimi Anabilim Dalı. 2 bugüne önemli bir değişime uğramış, altyapı-üstyapı metaforundan hegemonya’ya, yapısalcıların “dil” çözümlemelerinden post-yapısalcıların “söylem” analizlerine kadar uzanan uzun ve karmaşık bir serüven geçirmiştir ve halen de üzerinde tartışılan bir kavram olarak sosyal bilimlerin önemli uğraş alanlarından biri olmaya devam etmektedir. Bu serüvenin hikâyesi, bu yazımızın konusu değildir.1 Bu yazıda daha çok, bir yandan insanın anlama-bilme ihtiyacına, kendi bireysel ve toplumsal varlığını tespit etme, bir bağlama oturtma ve meşrulaştırma ihtiyacına işaret eden ideoloji ve ideolojinin iki önemli işlevi2 ; dünyayı anlamlandırma ve bireye kimlik kazandırma işlevi ele alınacak, diğer yandan da epistemolojik sıçramalar sonucu ideolojilerin değişimi ve buna paralel olarak dönüşen toplumsal ve siyasal örgütlenme biçimleri üzerinde durulacaktır.

 İDEOLOJİLERİN DÜNYAYI ANLAMLANDIRMA VE KİMLİK KAZANDIRMA İŞLEVİ

İdeoloji, her şeyden önce bir dünya görüşüdür; içinde yaşadığımız dünyanın nasıl bir dünya olduğunu bize anlatmaya çalışır. Toplumsal gerçeklik, çıplak haliyle, insanlar için oldukça karmaşıktır ve insanın kendi başına bu gerçekliği anlayabilmesi, açıklayabilmesi, sebepler ile sonuçlar arasında ilişki kurabilmesi ve seçenekler karşısında rotasını belirleyebilmesi oldukça zordur. Çağlar boyunca dinler, mitler ve gelenekler insanların yaradılışa, doğaya, tanrıya, topluma ve siyasal iktidara ilişkin sorularını yanıtlayan inançlar ve kuralları, hazır paketler halinde insanlara sunmuş, böylece süregitmekte olan toplumsal ve siyasal düzenin doğru, tam da olması gerektiği gibi olduğuna dair inancı pekiştirmiş, varolanı açıklamakla kalmayıp “daha iyi bir insan ve toplum nasıl olmalıdır?” sorusuna da yanıtlar üretmiştir. Modern dönemin üretmiş olduğu “bilgi” anlayışının ürünü olan ideolojiler de, bir anlamda, kendini ele vermeyen, kendi kendini açıklamayan toplumsal gerçekliği anlaşılır hale getirme, deşifre etme işlevini gören, aynı zamanda sosyo-politik seçenekler karşısında yol göstererek, bireyin tercih yapmasını kolaylaştıran bir araç olmuştur. Claude Lévi-Strauss, çağdaş Batı toplumunun yaptığı şeyin, mitos’un yerine ideolojiyi getirmek olduğunu, ideolojinin bize toplumun haritasını verdiğini, toplum içinde hareket etmemizi ve yaşamamızı kolaylaştırdığını söylerken, tam da bu noktaya vurgu yapmıştır. İdeoloji, insanın ve toplulukların eline tutuşturulmuş yol haritasıdır. Bu harita, toplumsal ve siyasal gerçekliğin ne tür ilişkiler ve kurumlar üzerine kurulduğunu, bunların doğru mu yoksa yanlış mı olduğunu, izlenmesi gereken “en iyi yol”un ne olduğunu anlatır. Her ideolojinin insan doğası, tarih süreci ve sosyo-politik yapı üzerine söyleyecekleri vardır.

Diğer bir ifadeyle, her ideolojinin bir insan doğası anlayışı, tarihi anlama ve açıklama biçimi vardır. Ayrıca her ideoloji “daha iyi” bir sosyo-politik yapıyı önerir, hedefler veya vaat eder. Dolayısıyla ideoloji, bir inançlar, normlar, değerler bütünüdür ve aynı zamanda “olması gereken”, “ideal” sosyo-politik modeli içerir. 1 İdeolojinin geçirmiş olduğu dönüşüm için bkz. Serpil Sancar Üşür, İdeolojinin Serüveni, Ankara: İmge Kitabevi, 1997. 2 İdeolojilerin işlevleri konusunda bkz. H. Birsen Örs, “İdeoloji: Karmaşık Dünyayı Anlaşılır Kılmak” Modern Siyasal İdeolojiler (içinde), (der.: Birsen Örs), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2007, s.45. 3 Böyle tanımladığımız zaman, ideolojinin hem mitler, hem de siyasal kültür ile benzer özellikler taşıdığını söyleyebiliriz. Bu nedenle de, özellikle siyasal kültür ile ideoloji çoğu kez aynı anlamda kullanılır. Benzerliklerine rağmen, gerek mitoloji gerek siyasal kültür ideolojiden farklıdırlar. Gerçekten de mitler ve ideolojiler benzer bir işlev görmektedirler: anlaşılamayan karmaşık dünyayı anlaşılır kılmak. Yine, hem mitler hem de ideolojiler, toplumun siyasal otoriteler tarafından manipüle edilmesinde kullanılan araçlar olmuşlardır. Ancak, mitlerden farklı olarak ideolojiler, sadece grupları değil bireyleri de derinden etkileyen, bireysel kimliğin kazanılmasına yardımcı olan, hatta bireyleri diğerlerinden “ayıran” bir özelliğe sahiptir. İdeolojiyi oluşturan düşünce ve inanç öbekleri arasında çoğu kez mantıksal tutarlılık bulunması da, ideolojilerin bir başka ayırıcı özelliğidir. Zaten, ideolojileri insanlar için çekici kılan da insan, toplum, siyaset, tarih vb. konularında söylediklerinin birbirini destekleyen, tutarlı düşüncelerden oluşmasıdır. Toplumun yaşamış olduğu sosyo-politik gerçekler ideoloji tarafından bir iç mantığa kavuşturulur. İdeoloji taraftarı, ideolojisinin tutarlı, bu nedenle de doğru olduğunu düşünerek rahatlar. İdeolojiler, özellikle bu nitelikleri nedeniyle katı ve dogmatiktirler.

 Tutarlılık, bu nedenle de yanlışlanamazlık, ideolojilerin diğer düşünce biçimlerine tamamen kapalılığını getirmektedir. Özellikle K. Marx’ın toplumdaki tüm zihinsel ürünleri ve faaliyetleri içine alan ideoloji tanımı, ideoloji ile siyasal kültür arasındaki yakın ilişkiyi çağrıştırmaktadır 3 . Ancak, ideoloji, siyasal kültürün önemli bir ögesi olmakla birlikte, ondan ayrı ve farklıdır. Yüzyıllar boyunca toplumların üretmiş olduğu değer, tutum, davranış, adet ve sembollerden oluşan kültür spontane bir birikimdir; toplumlar tarafından bilerek, isteyerek, planlı bir şekilde üretilmiş değildir. Aynı zamanda kültür, çoğu kez birbiri ile çelişen ama yan yana, bir arada yaşayan inanç ve değer öbekleri olarak mantıksal bir iç tutarlılığa sahip değildir; olması da gerekmemektedir. Ayrıca, kültürün geleceğe yönelik bir projesi de yoktur.

Kültür; aile, okul gibi çeşitli toplumsallaştırma araçları ile bireylere toplumdaki yerlerini, toplumun kendilerine biçtiği rolleri ve diğer değer ve tutumları öğreterek “kimlik” verir. Bu kimlik, toplumun genel dünya görüşünü yansıtan bir kimliktir; bu nedenle de “bütünleştirici”dir. Oysa ideolojiler, onları oluşturan ögeler arasında mantıksal bir bağa ve tutarlılığa sahiptir. Geçmişi ve bugünü anlama ve açıklamaya ihtiyaç duyduğu kadar, mutlaka geleceğe yönelik bir toplum ve siyasal düzen modeline de sahiptir; diğer bir ifadeyle her ideolojinin bir “proje”si vardır. Bu projenin, ideolojinin geliştirmiş olduğu insan doğası ve tarih anlayışı ile tutarlı olması gerekmektedir. İdeolojiler spontane değildir; insan zihninin üretmiş olduğu bir düşünceler zinciridir. Bu anlamda iradidir; bireyi ve toplumu belirli bir amaca doğru harekete geçirme misyonuna sahiptir. İdeolojiler de, kültür gibi toplum bireylerine kimlik kazandırır, ancak bu kimlik kültürün verdiği kimlikten farklıdır; bu, toplumun bireye biçtiği rol ve kimlik değildir; daha geniş kapsamlı ve tutarlı bir dünya görüşünün içinde nerede yer aldığı ve nasıl bir rol ve misyon üstlenmesi gerektiğini içeren bir kimliktir. Bu anlamda ideoloji, “ben kimim?” sorusuna verilen 3 K. Marx ve F. Engels, Alman İdeolojisi, (çev.: Sevim Belli), Sol Y., 1992, (3. baskı); K. Marx, Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i, (çev.: Gülen Fındıklı), İstanbul, 1975; ve Jorge Larrain, Marxism and Ideology, London, Macmillan, 1983. 4 cevaptır. Bu kimlik, bireyi toplum ile bütünleştiren değil; tersine daha küçük bir grup ile bütünleştirerek onu toplumun geri kalanından ayıran ve uzaklaştıran bir kimliktir. Bu kimlik, aynı zamanda pasif değil aktif bir kimliktir; bireyi harekete geçiren, onu ideolojinin çizdiği ideal sosyo-politik düzenin kurulmasında rol almaya teşvik eden bir kimliktir.

İNSAN-TOPLUM-BİLGİ-DÜZEN

Doğanın bir parçası olan insan, sadece doğal bir varlık, bir hayvan değildir. Biyolojik varlığının ve bu varlığı devam ettirme isteğinin dışında, insanı insan yapan en temel özelliği kendine ve dünyaya anlam katma arzusudur. Kendine ve dünyaya anlam katma, bir anlamda insanın kendini gerçekleştirmesi, sadece nesnelerin değil duyuların da dünyasına kendisini açarak düşünen ve üreten bireyin yaratılması sürecidir. Gerek düşünsel gerek maddi olarak üretilen her ürün, onu önceleyen insan düşüncesini ve yaratıcılığını içinde barındırdığı için doğal olan “şeyler dünyası”ndan ayrılır. İnsan doğduğunda anlamlar dünyasını “hazır” bulur; üyesi olduğu toplum tarafından üretilmiş ve biriktirilmiş dünyaya ilişkin “bilgi” kendisine sunulur. Yine, üyesi olduğu toplumun ortak sembolleri ve “bilgi”yi paylaşma, bunun üzerinden iletişim kurma ve böylece dünyadan aynı şeyi anlama aracı olarak “dil”i de hazır olarak bulur. Dil aracılığı ile özne olarak kendini gerçekleştirir. Dil, bir yandan düşünme, kendisini ifade etme, toplumun geri kalanı ile ortak bilgiyi paylaşma ve iletişim kurma aracı iken, diğer yandan da insanın düşüncelerinin sınırıdır. İnsanı sınırlayan bir diğer durum, bireyin üyesi olduğu toplumun kendisini yerleştirmiş olduğu konumdur. İnsanı benzerleriyle bağlayan ve onu toplumdaki “yerine” yerleştiren şey toplumda geçerli olan hukuk anlayışı, bu konumu ifade eden araç ise toplumun ortak dilidir. İnsan ancak bu şekilde bir “özne” halini alır.

 Dolayısıyla toplumun dünyayı betimleme biçimi paylaşılan bir anlayışın ürünüdür ve her toplumun “bilgi”sinin temelini oluşturan dogmalar vardır. Birçok toplumda “doğru bilgi” yüzyıllarca din, gelenekler, ortak ata gibi yaradılışı ve tarihi açıklayan dogmalar üzerine temellenmişken, 18. yüzyıldan itibaren özellikle Batı dünyasında bunun yerini “bilim” almıştır. Bilim ve akılcılığa çoğu zaman din de eşlik etmiştir elbette. Veya diğer toplumları “uygarlaştırma” misyonu, üstün ırkı saflaştırma misyonu gibi çeşitli dogmalar da zaman zaman dünyanın kaderini derinden etkilemiştir. Sonuç olarak, her toplumun ve her dönemin bir “kurucu inancı” olmuştur. Bu inanç, dilin kullanımından bireyin toplumdaki konumlandırılmasına, dolayısıyla hukuk anlayışına kadar toplumsal örgütlenmeyi önemli ölçüde şekillendirmiştir. “Demokrasi”, “hukuk devleti”, “bireysel haklar”, “liberalizm”, daha sonra “insan hakları”, “çoğulculuk”, “kadın hakları”, “azınlık hakları” ve benzeri kurucu inançlar 20. yüzyıla damgasını vurmuştur. 21. yüzyılda bunlara “küreselleşme”, “çokkültürlülük”, “mikro kimlikler” ve benzeri kurucu inançlar eklenmiştir. Aynı zamanda birer slogan olan bu inançlar, bu tarihsel dönemin “doğrusu”, “etik olanı” ve “gerçekliği”dir. Toplumsal ve siyasal örgütlenmeler bu epistemolojik düzlemde şekillendirilmiş, bu örgütlenmeler içinde yer alan bireyler 5 de bu örgütlenmelere uyumlu hale getirilmiş; birer özne olarak toplumsal, siyasal, kültürel vb anlamlarda yeniden yaratılmışlardır.4 İdeolojiler belirli bir epistemolojik zemine dayanırlar; “bilgi”nin “ne olduğu”, “nasıl üretildiği”, “doğru bilgiye nasıl ulaşıldığı” sorularına verilen yanıtın niteliği, aynı zamanda dünyayı nasıl algıladığımızı veya algılamamız gerektiğini de belirlemektedir. Bilginin üretilme biçimi ve doğru bilgi algısı, bu algı ile uyumlu bir toplumsal, iktisadi ve siyasal örgütlenme biçimini de üretmektedir.

İlkel dünyada doğru bilgi doğadaki gözlemlenebilir olgular ve kabile büyücüsünün bunlara getirdiği yorum veya üstün güçlere sahip ve çoğu kez tanrıların sözcüsü olduğuna da inanılan liderin söyledikleridir. Antik Yunan’da düşünürlerinin çoğuna göre doğru bilgi gözlemlenebilir evrende değildir, ancak insan düşüncesi ile ulaşılabilen metafizik bir olgudur. Ortaçağ Avrupası’nda doğru bilgi Kutsal Kitap’ın söyledikleridir; bu o kadar doğrudur ki, evreni anlamaya ve açıklamaya çalışmak beyhude bir çabadır ve bu çabanın bizim öbür dünyada ulaşmayı umduğumuz yere ulaşmamıza hiçbir faydası yoktur.

Aydınlanma hareketi ile yaşanan epistemolojik sıçrama, geleneksel ve uhrevi dünyayı algılama biçimini rasyonel, bireyci, geleceği kuran ve kurgulayan bir algılama biçimine dönüştürmüş ve bu dönüşümü yansıtan (kimi zaman meşrulaştıran kimi zaman da ona tepki gösteren) ideolojiler üretmiştir. 19. ve 20. yüzyılın üretmiş olduğu ulus-devlet, vatandaşlık, insan hakları, demokrasi gibi “doğru bilgi”, “doğru yaşam”, “doğru insan ve toplum”, “doğru devlet” kavram ve tanımları, aslında ideolojik tanımlardır ve dönemin epistemolojisini yansıtırlar.

EPİSTEMOLOJİK SIÇRAMALAR VE İDEOLOJİLERİN DÖNÜŞÜMÜ

Bireyin doğa ve toplum ile ilişkisi, en azından iki yönü ile ideoloji ile ilintilidir. Bunlardan birisi insanın içinde yaşadığı doğayı “anlama ve kontrol etme” ihtiyacı, diğeri ise insanın doğa ve toplum içinde kendini konumlandırma, tanımlama ve doğa ve toplum ile ilişkilerini “düzenleme” ihtiyacıdır. Bu karşılıklı ilişkiler çerçevesinde, insanların doğa ile mücadelesinde en önemli sorun, doğada meydana gelen olayları gözlemleyerek, tasnif ederek anlamak ve hayatı rahat ve güvenilir kılmak için kontrol edebilmek olmuştur. Toplumsal ilişkilerde ise insanların “konum”larını tanımlama, böylece hem toplumsal ve iktisadi hem de siyasal düzlemde toplum üyeleri arasında kurulacak karşılıklı etkileşimin kurallarını belirleme ve bu kurallara itaati sağlama, toplumsal ve siyasal istikrarın önemli bir önkoşulunu oluşturmuştur. Bütün bu nedenlerden dolayı “bilgi”, hem doğayı hem de toplumu kontrol etmede kritik bir öneme sahip olmuştur. Anlaşılamayan ve bu nedenle de kontrol edilemeyen her şey insanoğlu için korkutucu olmuştur. İlk çağlarda insanlar önce doğada meydana gelen olaylardan korkmuşlardır. Korkuyu yenmenin tek yolu, korkulan şeyi anlamak ve açıklanabilir kılmak böylece onu kontrol edebilmektir.

Tarihöncesi dönemlerden bugüne ulaşabilmiş mitler, bize insanların doğa olaylarını anlamaya, açıklamaya böylece bilinmezlikten ve korkudan kurtulmaya çalıştıklarını göstermektedir.

Açıklanamayan doğa olayları tanrıların 4 İnsanın özne olarak yaratılması konusunda bkz. Michel Foucault, Power and Knowledge: Selected Interviews and Other Writings (ed.by Colin Godon), N.Y.: Pantheon Boks, 1980; Deliliğin Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, 1992; ve Hapishanenin Doğuşu, Ankara: İmge Kitabevi, 1992. 6 gazabı gibi bir nedene bağlanarak açıklanabilir hale getirilmiştir. Yaratılan mitler, doğayı anlamanın yanı sıra, toplumu uyum içinde bir arada tutacak kurallar üretmenin bir aracı olarak da işlev görmüşlerdir. Yıkıcı doğa olayları, toplumsal kurallara uyumun bozulmasına, otoriteye itaatsizliğe tanrıların kızgınlığının bir ifadesi olarak gösterilerek siyasal otoriteye itaat sağlanmaya çalışılmıştır. Çoğu dinsel nitelikli bu mitler, dinsel güç ile dünyevi güç arasında bir bağ kurarak siyasal otoriteye koşulsuz rızanın zeminini oluşturmaya çalışmıştır. Mitlerin yanı sıra, tek veya çok tanrılı dinler de, esas itibariyle hem doğayı ve yaradılışı açıklamaya, hem de toplum içi ve toplum-siyasal iktidar ilişkilerini düzenlemeye çalışan yazılı ve/veya sözlü kurallar, inançlar, ritüeller bütünü olarak işlev görmüşlerdir. İnsanlar için sadece doğayı değil, toplum halinde yaşamaya başladıktan sonra karmaşık olan toplumsal gerçekliği anlamak, açıklamak, kontrol etmek ve değiştirmek de önemli olmuştur. Dönemin doğru kabul edilen “bilgi”si, toplumun anlamını, insanların bu dünyaya ve öte dünyaya ilişkin görev ve hedeflerini, toplum içindeki yerlerini, ilişkilerin niteliklerini ve kuralları tanımlayarak toplumu ve toplumsal ilişkileri anlaşılır kılmaktadır. Birkaç yüzyıl öncesine kadar, dinsel kurallar ve gelenekler, “doğru bilgi” olarak kabul edilmekteydi. Toplumsal ve siyasal gerçekliğin açıklanmasında dinin ve metafiziğin yüzyıllarca egemen olması, büyük ölçüde toplumların durağan yapıları ile açıklanabilir.

 Durağanlık, bir bakıma, toplumsal ve siyasal istikrarın güvencesi olmuş, değişime şüphe ile bakılmıştır. Bu nedenle, yüzyıllarca “bilgi”, “olan”ın anlaşılmasından çok “olması gereken”, bilimin ürettiği olgusal bilgiden çok din, metafizik ve geleneklerin “inanç” üzerine kurulu süregelen kurallarından oluşmuştur. Bu nedenle, çoğu kez dinsel bir zemin de taşıyan klasik siyasal teorinin özelliği, çağdaş toplumsal bilimlerden farklı olarak, toplumu anlamaya, betimlemeye ve açıklamaya değil, toplumu kurmaya, “daha iyi” olduğu düşünülen bir toplum modeline doğru değiştirmeye yönelik olmuştur. Elbette bu kurucu anlayış, Aydınlanma düşüncesinin ürettiği kurucu akıldan; kendi kaderini tayin edebilen hem bugüne hem de geleceğe yönelik yaşamı kurabileceği düşünülen insanın kurucu aklından farklıdır. Çoğu kez dinsel öğreti ve kurumlar ile ilişkili olan klasik siyasal teorinin ürettiği “ideal” toplum ve iktidar modeli düşüncesi bazen bir zamanlar var olduğuna inanılan “ideal altın çağ”a dönüşe, bazen de metafizik güçleri de içeren ezeli ve ebedi devleti kurma misyonuna dayanmıştır. Aydınlanma ve İdeoloji Özellikle 16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da başlayan ve giderek hız kazanan iktisadi değişim süreci, zamanla toplumsal dokuyu, toplumsal ve siyasal ilişkileri, inanç ve değerleri de değişime zorlamıştır. Toprağa bağımlı ekonominin paraya dayalı bir ekonomiye dönüşmesi, katı sınıfsal yapıların çözülmesi, kırsal alanlardan kentlere hızlı göç, mevcut meslek yapılarında değişim, yeni mesleklerin ortaya çıkışı ve benzeri birçok toplumsal ve iktisadi değişim toplumsal statüleri olduğu kadar siyasal statüleri de altüst etmiştir.

 Ortaya çıkan yeni toplumsal ve iktisadi düzende mitlerin, geleneklerin ve dinsel değerlerin açıklayıcı gücüne inanç giderek zayıflamış, yeni toplumsal ve siyasal durumu açıklayabilecek, geleceğe ilişkin rotayı çizebilecek başka bir çerçeveye, başka bir dünya görüşüne, diğer bir ifadeyle yeni bir “bilgi”ye ihtiyaç duyulmaya başlamıştır. Toplumun üstüne “birey”i koyan ve bu bireyi “akıl” ve siyasal iktidara karşı doğuştan sahip olduğu “doğal haklar” ile 7 donatan Aydınlanma felsefesi, bu anlamda, doğayı ve toplumu bir yeniden anlama ve tanımlama çabasıdır. Diğer bir ifade ile, Aydınlanma ile birlikte yeni bir epistemolojik döneme girilmiştir. İnsanın akıl yolu ile her şeyi açıklayabileceği ve geleceğini oluşturabileceği inancı, geleneksel ve dinsel inançları kökünden sarsmış, bu dünyanın yine bu dünyanın gözlenmesiyle açıklanabileceği düşüncesi giderek yaygınlaşmıştır.

 Bu, bireyin ve bilimin zaferi olmuştur. İlk defa Locke’un ortaya attığı deneyci (emprisist) bilgi ile klasik bilgi teorisi zayıflamış, giderek güçlenen modern sosyal ve siyasal teori ise, klasik siyasal teoriden farklı olarak toplumu anlamak ve betimlemek gibi bir hedefe yönelmiştir. Anlaşılan toplumu değiştirmek ise, teorinin değil “akıl”a sahip bireye atfedilen bir yetenek olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Artık kurucu olan teori değil, bireydir. Özellikle doğa bilimleri ve sanatta büyük ilerlemeye neden olan Aydınlanma, zamanla sosyal bilimlerin de din ve metafizikten kurtularak ayrı bir alan olarak gelişmesini sağlamıştır. Artık, siyasal iktidar ile yönetilen ilişkisini dinsel temellere ve geleneklere dayandırmak mümkün değildir, çünkü bunun akıl ile açıklanabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle, modern epistemolojik düzlemin bir ürünü olan “ideoloji” kavramının Fransız İhtilali’nden hemen sonra, 1796 yılında üretilen bir kavram olması, bir rastlantı değildir.5 İdeolojilerin 19. yüzyıldan itibaren yayılmaya başlaması, ideoloji ile toplumsal değişim (bunu aynı zamanda epistemolojik değişim diye de okuyabiliriz) arasındaki ilişkiye işaret etmekte. Değişimin sürekliliği gerçeği düşünüldüğünde, sanayi sonrası toplum adı verilen toplumsal, iktisadi ve siyasal örgütlenme ve düşünme biçimlerinin yaygınlaşmaya başladığı 1950’li yıllardan itibaren “ideolojilerin sonu” olarak genel bir adlandırma ile anılan ama içinde bütün bu değişim süreçlerinin insan düşüncesine yansımasını ifade eden akımın ortaya çıkışını yadırgamamak gerekir. Bu tez temelde, gelişmiş ülkelerde sanayileşme, üretimde artış ve paylaşımın nispeten daha adil hale gelmesinin bir sonucu olarak ulusal refahın artması ve sınıflar arası farklılıkların giderek azalması ile birlikte ideolojik farklılıkların da azaldığı görüşüne dayanır. S.M. Lipset ve Daniel Bell’in başını çektiği bu savın destekçilerine göre6 , özellikle Batı’da, II. Dünya Savaşı’ndan sonra bir yandan sanayileşme ve iktisadi gelişme diğer yandan sosyal devlet anlayışının gelişimi, bu toplumlardaki sınıfsal çatışmaları asgariye indirmiştir. Bir zamanlar ideolojik bir konu olarak algılanan iktisadi planlama, işçi örgütlenmeleri gibi konular, birer teknik konu olarak algılanmaya başlamıştır. İdeolojik yelpazenin uçlarında bulunan ideolojiler giderek birbirlerine yaklaşmış hatta benzeşme eğilimine girmiştir, diğer bir ifadeyle bir zamanlar toplumların yaşadığı derin ve çalkantılı değişim dönemlerinin sorunlarına cevap veren ideolojilerin işlevleri, bu sorunların ortadan kalkması ile sona ermiştir. Ne Marksizm, ne liberalizm ne de faşizm 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan yeni problemlere cevap olabilir.

Bu 5 18. yüzyılda ideoloji kavramının ortaya çıkışı ve anlamı konusunda bkz. H.M. Drucker, The Political Uses of Ideology, London: Barnes and Noble, 1974; Jorge Larrain, The Concept of Ideology, Huchinson, 1979; ve Terell Carver, “Ideology”, Terence Ball ve Richard Dagger (ed.), Ideals and Ideologies: A Reader, (2. baskı), N.Y.: Harper Collins, 1995. 6 Bkz. Daniel Bell, The End of Ideology, N.Y.: Collier Boks, 1962; S. Martin Lipset, “Europe: The Politics of Collective Bargaining”, (içinde) M. Rejai (ed.), Decline of Ideology, N.Y.: Adline Atherton, 1971. 8 iddia ve büyük tepki gören bu iddianın kendisinin de bir ideoloji olduğu, Üçüncü Dünya ülkelerinde o dönemde yaşanan toplumsal ve siyasal çalkantıların bu sav ile açıklanmasının mümkün olmadığı ve benzeri karşı görüşler 1950’li ve 1960’lı yılların sosyal bilimcileri arasında yaygın biçimde tartışılan konular olmuştur. İdeolojilerin sonu iddiası, “modern toplumlar tüm sorunlarını çözmüş toplumlar mıdır” sorusunu gündeme getirmektedir. Acaba, sınıfsal çatışma, maddi refah farklılığı gibi problemlerini çözmüş toplumlar, insan-doğa, insan-toplum, toplum-siyasal iktidar arasındaki ilişkilere yönelik tüm sorularını cevaplamış ve tüm sorunlarını da çözmüş mü olacaktır? Modern sanayileşmiş toplumlar belki artık ciddi sınıf çatışmaları yaşamıyor, ancak çok kültürlülük, çok kimliklilik, etnik ve dinsel farklılıklar gibi aslında hep varolan ama vatandaşlık, ulus-devlet, ulusal hukuk gibi 19. ve özellikle 20. yüzyılın kurucu inançları ile dondurulan, yok sayılan sorunlar yeniden çatışma alanları olarak ortaya çıkıyor. Cinsiyet, din, dil, etnik köken, bölge hatta medeniyet temelli bu kimlikler, bir zamanların milliyetçi kimlikleri kadar güçlü olacağının sinyallerini veriyor. Üstelik bu çatışmalar sadece ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de cereyan ediyor. Sadece modern toplumların değil tüm toplumların yaşadığı çevre problemi, teknolojinin gelişimiyle giderek daha da yıkıcı olan savaş gibi sorunlar da, insanların sorunlarını çözmek bir yana üzerinde düşünmeleri ve çözüm üretmeleri gereken alanların giderek arttığını göstermekte. Kaldı ki, insanların doğaya ve kendine bir anlam katma, ben kimim sorusunu yanıtlama, kendisini doğa ve toplum içinde tanımlama ve konumlandırma isteği, insanı insan yapan ve onu diğer varlıklardan ayıran bir özellik olarak var olduğu sürece dünyayı anlamlandırma araçları üretmeleri devam edecektir. Buna biz ideoloji diyoruz, eskiden buna gelenek, din, mit, büyü veya başka bir şey denmekteydi. Belki yarın da başka bir şekilde adlandıracağız, ama insanın kendini var etme ve varlığını kanıtlama aracı olarak ideolojiler hep var olacak gibi görünmekte. Üstelik siyasal seçkinlerin de toplumları şekillendirme ve yönlendirmede kullanacağı, varlığını ve haklılığını üzerinde yükseltebileceği bir meşruiyet zemini olarak bir ortak inançlar bütününe ihtiyaç duyduğu da unutulmamalıdır.

 Postmodernizm ve İdeoloji Nitekim 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Batı toplumlarında yeni bir döneme girildiğinden, bu dönemin “sanayi sonrası”, “post-modern”, “tarih-sonrası”, “bilgi toplumu” gibi adlarla adlandırılabileceğinden ve bu toplum modelini karakterize eden özellikler olarak da esnek üretim ve özellikle iletişim ve enformasyonda teknolojik gelişimden sıkça bahsedilmeye başlandı. Ancak, sanayisonrası toplum denen ve Batı toplumlarını anlatmak için kullanılan bu model, sadece sınaî üretim ve teknolojik gelişme ile sınırlı bir örgütlenme biçimi değildir. Bu, aynı zamanda modern toplumun bireyinden farklı bir birey ve toplum anlayışını, farklı kültürel bir yapıyı ve nihayet farklı bir siyaset, iktidar anlayışını da içermektedir. “Post-modernizm” veya “post-modern durum” olarak adlandırılan bu gelişme, aynı zamanda “küreselleşme” olarak adlandırılan bir gelişme ile paralel ilerleyen bir süreçtir de. Kimilerine göre, bu “yeni” durum neredeyse dünyadaki tüm toplumların topyekün yaşadıkları bir süreçtir ve küreselleşme bu sürecin iktisadi ve 9 teknolojik boyutunu, postmodernizm ise kültürel ve toplumsal boyutunu ifade etmektedir. Bu iki boyut öylesine iç içe geçmiştir ki birbirinden ayırmak oldukça güçtür. Ancak daha da önemlisi, bu sürecin insan yaşamının bütün boyutları üzerinde yarattığı etkidir.7 Özellikle teknolojinin gelişimi ile toplumlararası iletişimin giderek artmasının da etkisiyle kapitalist üretim ve yaşam biçiminin tüm dünyaya yayılması, ve bu yaşam biçiminin değerleri olan “demokrasi”, “insan hakları”, “sivil toplum”, “yerellik”, “yerel kimlik”, “çokkültürlülük” gibi kavram ve değerlerin de diğer toplumlar tarafından evrensel değerler olarak kabul edilmeye başlaması sonucu ortaya çıkan, neredeyse “homojen” bir dünya toplumunu ifade eden “küreselleşme”, ulus-devlet, ulusal kimlik, ulusal hukuk gibi hem toplumları diğer toplumlardan ayıran hem de içinde yaşayan bireylere kimlik kazandıran çok sayıda kurucu inancın ve bu inancın kurduğu kurumların işlevlerini zayıflatmakta ve varlık nedenlerini giderek ortadan kaldırmakta veya en azından şüpheli kılmaktadır. Sanayi sonrası toplumların bir özelliği olan post-modernizm, çağdaş toplumun giderek parçalanmasına, çoğulculaşmasına ve bireyci hale gelmesine işaret etmektedir. Ancak burada sözü edilen bireycilik, modernitenin yaratmış olduğu rasyonel, zamanı ve geleceğini kuran bireycilik değil, zamanı olduğu gibi yaşayan, kültürel kimliklerinden beslenen bir bireyciliktir. Çağdaş toplumların yaşamış olduğu bu parçalanma, bir yandan iş örgütlenmesi ve teknolojideki değişimle ilgilidir, bir yandan da ulus-devletin ve hakim ulusal kültürlerin çöküşüyle ilgilidir. Ekonomik, politik ve kültürel hayat, küresel dünyada meydana gelen gelişmelerden hızlı bir şekilde ve derinden etkilenir. Bu etkilenmenin boyutlarından biri, ulus-devletin tipik kurumlarının ve kurucu inançlarının zayıflaması, buna karşın yerel olanın önem kazanması, ulus-altı ve bölgesel kültürlerin giderek güçlenmesi ve kimlik belirleyici unsurlara dönüşmesidir. Örneğin, bir zamanlar ulusal politikanın önemli unsurlarından olan kitlesel partiler yerlerini ırk, din, dil, toplumsal cinsiyet, bölge gibi alt kültürel unsurlara dayalı yeni toplumsal ve siyasal hareketlere bırakmaya başlar. Sınıf aidiyetine, paylaşılan çalışma deneyimine veya refah düzeyine dayalı kimlikler çözülerek daha çoğulculaşmış ve özelleşmiş kimlikler ortaya çıkar. “Ulusal kültür” düşüncesi bu alt kültürlerin saldırısına uğrar ve farklılık politikası önem kazanır. Bu durumda kimlik, üniter veya özsel değil, değişime açık, kaygan ve çok katlıdır. Bu anlamda post-modernizm (post-modern toplum) yerel ile küreseli birbirine bağlantılandırır. Bir yandan ekonomi, teknoloji, üretim, kültür uluslararasılaşır (küreselleşir), diğer yandan da küresel gelişmeler ulusal yapılara etki ederek “üniter” olanı, “ulusal” olanı eritir, yerel olanları besler. Mikro milliyetçilik, bölgecilik, toplumsal cinsiyet post-modern toplumun giderek güçlenen akımları haline gelir.

 7 Küreselleşme, Post-modernizm ve toplumların politik, kültürel, düşünsel, iktisadi ve hukuki yapıları üzerine etkileri konusunda bkz. Krishan Kumar, Sanayi Sonrası Toplumdan Postmodern Topluma: Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Ankara: Dost Kitabevi Yay., 2004 (2. basım); Raymond Williams, İkibin’e Doğru, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1989; Stuart Hall ve Martin Jacques, Yeni Zamanlar: 1990’larda Politikanın Değişen Çehresi, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1995; David Harvey, Postmodernliğin Durumu, İstanbul: Metis Yay., 2006 (4. basım); ve J.F. Lyotard, Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor, İstanbul: Vadi Yay., 1990 (3. basım). 10 Post-modernlik, modernliğin tipik kurumlarını, yaşam biçimlerini, düşünce biçimlerini tersine çevirir, bozar. Örneğin, modern toplumun tipik bir özelliği olan kentleşme, post-modernizmin kırsallaşma hareketi ile çözülmeye başlar. Elbette bu, post-fordist üretim biçimi ile bağlantılıdır, ancak kırsallaşma üretim biçimi ile değil doğala yakınlaşma, komşuluk ilişkilerini tekrar kurma, tikel kültürlere sahip çıkma, bir yere/bir şeye ait olma ethos’u ile açıklanır/meşrulaştırılır.

 Yerelliğin bu yeniden keşfi, modern öncesi toplum biçimine bir dönüş değildir; fakat yeni üretim biçimi ile uyumlu bir toplumsal örgütlenmeyi sağlamaktır. Bu örgütlenme biçiminde büyük anlatılara, ideolojilere, uğrunda savaşılacak davalara gerek yoktur. Hayat olduğu gibi yaşanır. Tarih kesin çizgilerle ayrılamaz, dolayısıyla insan da hiçbir tarihsel döneme ait değildir; herkes biraz ilkel, biraz modern, biraz da post-moderndir ve bu anlamda tüm tarihsel dönemler birbirine eşittir, biri diğerine tercih edilemez. Dolayısıyla tarih, kendimizi içine yerleştireceğimiz bir insanlık tarihi hikâyesi değildir. Bu anlayış, zaman algısını değiştirdiği ve zamanı önemsizleştirdiği kadar, kolektif bellek duygusunu da yok etmektedir. Geçmişi, kökeni ve geleceği olmayan bir ebedi şimdi dünyası, dünyayı bütün görmeyi mümkün kılan bir merkez veya perspektifi de imkansız hale getirmekte, modern toplumsal, politik, iktisadi kültürel vb. örgütlenme biçimini ve bu biçime anlam katan kurucu ögeleri yok etmektedir. Modernitenin kurmuş olduğu ulus-devlet biçimindeki örgütlenme modelini ve bu modelin üzerine oturduğu hukuk anlayışını kemirerek yok eden postmodernizmin önemli bazı sonuçları olmuştur. Bunlardan birisi, meşru şiddet tekelinin ulus-devletin elinden kaymaya başlamasıdır 8 . Bir diğeri ise, ulus-devletin egemenlik işlevinin giderek daralmasıdır. Bu durum, çok sayıda yeni ideoloji, din, kimlik ve değer temelinde çatışmaları artırmış; siyaset ile savaş arasındaki ayrım giderek bulanıklaşmış ve Hardt ve Negri’nin işaret ettiği gibi savaş neredeyse kalıcı bir toplumsal ve uluslararası ilişki biçimi halini almıştır 9 . Meşru şiddetin temeli de değişmektedir; bu temel yasallıktan uzaklaşıp ahlaka ve özgürlük, demokrasi, insan hakları, çoğulluk gibi değerlere göre belirlenir bir hal almaya başlamıştır. Üstelik bu değerlerin koruyucusu olarak artık devletin değil toplulukların gündeme gelmesi, savaş ve şiddetin hakim toplumsal ve uluslararası ilişki biçimi oluşunu da kolaylaştırmaktadır. Ulusal ve uluslararası hukukun gerilemesi ve bunun yerine küresel ve emperyal bir hukuk biçiminin yükselişi, giderek sınırları ve kim ya da ne tarafından düzenlendiği, örgütlendiği ve kurala bağlandığı belli olmayan “gri alanlar”ın ortaya çıkmasına neden olmaktadır 10. Dolayısıyla, geçmişi ve yaradılışı anlatan, geleceği kurgulayan büyük ideolojiler ortadan kaybolmaya, bunların yerini geçmiş ve gelecekle ilgilenmeyen, genel bir açıklama derdinde olmayan, anlık, değişken ideoloji ve inanç öbekleri ve bunlar etrafında örgütlenen siyasal ve toplumsal hareketler almaya başlamıştır.

Dolayısıyla, iddia edildiği gibi ideolojiler son bulmamış, hatta daha çok sayıda ideoloji ortaya çıkmıştır. Bunlar klasik ideolojilerden farklıdırlar; evrensel açıklamalar üreten ideolojilerden çok küçük, parçalı, kimlikler ve değerler üzerine kurulu ideolojilerdir. Klasik anlamda, mevcut toplumsal ve siyasal düzeni dönüştürmeyi amaçlayan ideolojiler, öncelikle teoriyi 8 M. Hardt ve A. Negri, Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, İstanbul: Ayrıntı Y, 2004, s.43-50. 9 M. Hardt ve A. Negri, age, s.29-35. 10 Alain Minc, Yeni Ortaçağ, Ankara: İmge Y., 1995. 11 inşa ederler ardından bu teoriye uygun bir pratiği öngörürler. Modern dönemin ideolojileri, bu anlamda birer toplum mühendisliği örneğidirler. Oysa post-modern ve küresel çağda ideolojiler teoriden değil, eylemden itibaren türemektedirler. Özünde teoriye ve teorileşmeye karşı oluşları nedeniyle, çoğu da eylem düzeyinde kendini sürdürmektedir. Belirli bir ideolojiye değil tümden modern örgütlenme biçimlerine muhalif olan post-modern hareketler etnik, dinsel, bölgesel, düşünsel vb çeşitliliği içinde barındıran, her türlü teorik bağımlılıktan uzak eylemler biçiminde ortaya çıkmaktadır.

Bu bakımdan, post-modern çağdaki ideolojiler modern çağın ideolojilerinden farklıdır, bu nedenle de bunları alışık olduğumuz ideolojilere yaklaştığımız gibi yaklaşarak anlamak oldukça zordur. Ancak burada, ideolojilerin yok oluşundan değil, geçirmiş olduğu radikal bir değişimden söz etmekteyiz. İdeolojiler hala varlığını sürdürmekte, insanlar için hala dünyayı anlamlandırma, kimlik verme, toplumsal ve siyasal rotayı belirleme işlevlerini yerine getirmekte ancak bunu, kendisini çağdaş toplumların üretmiş olduğu yeni “bilgi” anlayışına, toplumsal, siyasal, iktisadi vb örgütlenme biçimlerine uygun bir dil ile yapmakta. Dolayısıyla, post-modern epistemoloji yeni bir insan, yeni bir toplum ve yeni bir dünya tasarlamakta ve bu tasarıma uygun ideolojileri ve düzen anlayışını da geliştirmektedir. Akla, bilime ve bireye büyük inanç duyan, tarihi döngüsel değil çizgisel dolayısıyla gelişmeci bir bakışla gören, kültürü toplumsaldan, kutsalı dünyasaldan, bilimi dinden farklılaştıran, bilimci, çözümlemeci, akılcı ve antiromantik moderniteye ve bunun ürettiği birey, toplum, hukuk anlayışına karşı; çok kimlikli, yerel, parçalı, karmaşık, kaygan, hareketli ve gri alanların giderek arttığı post-modernizm yükselmekte, ulusal ve uluslararası hukuk gerilemekte, bunun yerine küresel ve emperyal bir hukuk biçimi yükselmekte. Sonuç olarak, dünyanın tek bir anlamı bulunmamaktadır. Dönemin epistemolojisi dünyaya nasıl bir anlam yüklüyorsa, dünyanın öyle bir anlamı olmakta ve bu anlama uygun bireysel ve toplumsal kimlikler ve bu anlama uygun siyasal iktidar biçimleri gelişmekte. Ancak bu, bizim, postmodernizmin insan ve toplum kurgusunu ve iktidara ilişkin tavrını eleştirmemizi engelleyen bir durum değil. Postmodernizme ilişkin düşünülmesi gereken noktalardan birisi, “düşünce” ve “eylem” bütünlüğünü parçalaması, düşünceden önce eylemi temel alarak insanları “öz”den yoksun “eyleyen” olarak tanımlaması. Arendt’in “tefekkür ile eylem arasındaki ilişkinin tersine dönmesi” olarak tanımladığı bu durum11, “düşünce” ile “yapma” arasındaki bütünlüğü parçalayarak eylemi anlamsız bir deneyim haline getirmekte, hatta “özne” olmadığı için eylemi de ortadan kaldırmakta. İkinci nokta ise, postmodernizmin iktidar karşısındaki tutumu ile ilgili. Postmodern tavır, eşitsiz bir dünyada her şeyi eşit görerek iktidarı ve hiyerarşiyi görünmez, dolayısıyla eleştirilemez kılmakta. Bir yandan her şeyin eşitlendiği diğer yandan özsüz bireylerin düşünceden bağımsız olarak eylediği bir dünya, ancak iktidarın işine yarar. Teoriden (düşünceden) yoksunluğu, postmodernizmi ideoloji olmaktan alıkoymamaktadır.

 Tersine; postmodernizm, sahip olduğu insan doğası ve tarih süreci anlayışı ve sosyo-politik örgütlenme projesi ile tam da bir ideolojidir; ancak projelendirdiği dünyaya kişiyi 11 Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, İstanbul, İletişim Y., 1994. 12 varlığı ile değil görüntüsü ve eylemi ile dâhil etmesi, insanı tarih ve siyasetin dışında bırakmaktadır.

KAYNAKLAR

• Arendt, Hannah, İnsanlık Durumu, İstanbul, İletişim Y., 1994. • Bell, Daniel, The End of Ideology, N.Y.: Collier Boks, 1962. • Carver, Terell, “Ideology”, Terence Ball ve Richard Dagger (ed.), Ideals and Ideologies: A Reader, (2. baskı), N.Y.: Harper Collins, 1995. • Drucker, H.M., The Political Uses of Ideology, London: Barnes and Noble, 1974. • Hall, Stuart ve Martin Jacques, Yeni Zamanlar: 1990’larda Politikanın Değişen Çehresi, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1995. • Hardt, M. ve A. Negri, Çokluk: İmparatorluk Çağında Savaş ve Demokrasi, İstanbul: Ayrıntı Y, 2004. • Foucault, Michel, Power and Knowledge: Selected Interviews and Other Writings (ed.by Colin Godon), N.Y.: Pantheon Boks, 1980. • Foucault, Michel, Deliliğin Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, 1992. • Foucault, Michel, Hapishanenin Doğuşu, Ankara: İmge Kitabevi, 1992. • Harvey, David, Postmodernliğin Durumu, İstanbul: Metis Yay., 2006 (4. basım). • Kumar, Krishan, Sanayi Sonrası Toplumdan Post-modern Topluma: Çağdaş Dünyanın Yeni Kuramları, Ankara: Dost Kitabevi Yay., 2004 (2. basım). • Larrain, Jorge, The Concept of Ideology, Huchinson, 1979. • Larrain, Jorge, Marxism and Ideology, London, Macmillan, 1983. • Lipset, S. Martin, “Europe: The Politics of Collective Bargaining”, (içinde) M. Rejai (ed.), Decline of Ideology, N.Y.: Adline Atherton, 1971. • Lyotard, J.F., Postmodern Durum: Bilgi Üzerine Bir Rapor, İstanbul: Vadi Yay., 1990 (3. basım). • Marx, K. Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i, (çev.: Gülen Fındıklı), İstanbul, 1975. • Marx, K. ve F. Engels, Alman İdeolojisi, (çev.: Sevim Belli), Sol Y., 1992, (3. baskı). • Minc, Alain, Yeni Ortaçağ, Ankara: İmge Y., 1995. • Örs, H. Birsen, “İdeoloji: Karmaşık Dünyayı Anlaşılır Kılmak” Modern Siyasal İdeolojiler (içinde), (der.: Birsen Örs), İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2007, s.45. • Üşür, Serpil Sancar, İdeolojinin Serüveni, Ankara: İmge Kitabevi, 1997. • Williams, Raymond , İkibin’e Doğru, İstanbul: Ayrıntı Yay., 1989.