Bir Yaşam Biçimi
Olarak Dostoyevskicilik
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin yazıya nasıl başladığını bilir misiniz?
Kendimi, onu tanıdıktan sonra iyiden iyiye ona, Dostoyevski’ye benzetmeye başladım. Hemen anlatayım. Dostoyevski, mütevazi bir Rus kasabasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Bir arkadaşı onun yazma yeteneğini fark eder ve ona bir kitap yazmasını önerir. Bakmayın, o zamanın Rusya’sı bugünkü kadar refah, bolluk içinde değildi. Literatürü tararsanız, yakın tarihte tıpkı Dostoyevski gibi gençliğini sefalet içinde geçirmiş onlarca Rus yazara rastlarsınız.
Sadece Rusya değil, yakın dönem Avrupasında da yoksulluk çeken yazarlara rastlamak mümkündür.
Herneyse. Dostoyevski arkadaşı aracılığıyla kendinde bulunan yazma yeteneğini keşfeder ve hemen işe koyulur. İlk kitabı olan İnsancıklar’ı yazar ve bir yayınevi müdürüne okuması için gönderir. Müdür, kitabı çok beğenir ve hemen ilk baskısı için matbaaya verir.
Ardından yeni kitaplar, yeni başarılar ve ünlenen, gittikçe yaşam koşulları daha da iyileşen bir Dostoyevski. Bugünse tüm dünya ülkelerinin tanıyıp beğenerek okuduğu bir yazar kendisi.
***
Dostoyevski’nin hayatını okuduğum kaynak, onun başarısının bir tesadüf olmadığını anlatıyordu. Bir romanın ölümsüzlüğünde onun tüm çağlara hitap ediyor olması önemlidir, diyordu.
Kent yaşamı, hayat, ölüm, yoksulluk, ümit, ezilmişlik hissi, suç ve ceza (anladınız siz onu) vesaire… İşte bu kavramlar, tüm zamanların insan unsuruna hitap eden değişmez parametrelerdir. Ölümü değiştiremezsiniz mesela. Ve bu gün bana nasıl acı veriyor, rahatımı bozup huzurumu kaçırıyorsa, bundan üç yüz yıl sonra da tüm çarpıcılığıyla birilerini etkisi altına almayı başarabilecektir.
İşte, müellif, bir eserin ölümsüz olmasında bu ayrıntının önemine ve Dostoyevski’nin kitaplarına bunu nasıl ustaca işlemiş olduğuna dikkat çekiyor.
Dostoyevski’nin ölümsüz bir yazar olduğu ve bu çağlar üstü başarısının sebebinin ne olduğu konusunda hemfikir olduk sanıyorum.
Bense daha çok, Dostoyevski hakkında bir başka husustan bahsetmek istiyorum: Dostoyevksi’nin nasıl yazdığından çok neden yazdığına odaklanıyorum bendeniz. Çünki tam da bu noktada Dostoyevski’yle birleşiyor yollarımız.
Dostoyevski’nin 19. yüzyılın fakir bir ailesinden geldiğinden bahsetmiştim. Yani, üstat bu işi bilinmek ve meşhur olmaktan çok kendisine geçimlik bir iş potansiyeli çıksın diye yapıyor. İyi de yapıyor bu işi. İyi de yapmış; güzel yazmış. Nur içinde yatsın.
Bunun Benle İlgisi
Nedir?
Sosyolojiyle tanıştığım zamanları anlatayım size. 25 yaşında, Ankara’nın şaşaalı hayatından –deyim yerindeyse- Gaziantep’e sürüklenmiş bir genç kız müsveddesini oynuyordum yıllarda. O günlerimi hatırlamak bana ızdırap veriyor ancak bunu anlatmam gerekiyor. İşin romanvari tarafına dikkat çekmek değil muradım.
Ama bazen, hani yukarıda da bahsettim ya, insan unsurunun her dem muhatap olacağı bir çaresizlik kapanı vardır. O kapana hapsolmuş gibi hissedersiniz kendinizi. Zor bir imtihandan geçiyorsunuzdur.
***
İşte, o zamanların Rukiye’sini modellemek kaygısındayım. Çünki biliyorum ki o zamanlar o Rukiye’yi yaşayan ben değildim. 21. Yüzyılın herhangi bir genç insanıydı ve bir başkası da olabilirdir. Ve yaşadıklarım birebir hayatın sinesinden kopup gelen, gerçek ve bir o kadar da acımasız olaylardı.
25 yaşında hayatının en buhran dolu senesini yaşayan o genç, ben değildim aslında. O çaresizliği şahsında sembolize eden, hepimizin her an karşısına çıkabilecek alelade bir insan gerçeğiydi.
Tarihin herhangi bir zamanında var olabilirdi. Ancak yaşadıklarının özü itibariyle bize çok yakındı. Kız kardeşimiz, en yakın arkadaşımızdı belki. Şark klasiklerinde ismi geçen bir sergüzeştti belki o kız; ya da Batı Burjuvazisi içinde varsıl ama bir o kadar acınası bir leydinin hikayesiydi.
25 yaşının Rukiye’si bir markaydı. Ve Rukiye, o sancılı zamanları atlattıktan sonra geç olmadan işe koyulacak, o genç kızın yaşadıklarını yazacaktı. Yazacak, daha çok yazacak… Baktı yazdıkları ilgi görüyor daha da fazla.
Bu işi bir plan program dâhilinde yapacaktı. Beğenilecekti yazdıkları ve günden güne ismi cemiyette yayılmaya başlayacak, belki de ileride Türkiye’nin gündemine yön veren seçkin yazardan biri haline gelecekti.
Oysa ki Rukiye’nin bu işe, yazma işine sırf Dostoyevski gibi kendisine bir “geçimlik” çıksın diye başladığını ondan başka kimse bilemeyecekti.
Nasıl bilsinler ki. Amacına ulaşmada ilerleyişine ket vuracak böyle hazin bir gerekçeyi niye anlatsındı ki insanlara. Böyle bir şey onun da yazdıklarının da itibarına gölge düşürürdü.
***
Rukiye, bendeniz işte, yazma işine bu düşünceler içerisinde başladım ve bu işi bir plan/program dâhilinde, kural ve ilkelere bağlı kalarak, profesyonel değilse bile her gün ustalaşma yolunda biraz ilerleyerek yapıyorum. Bununla birlikte, Dostoyevski yazarlık macerasına hangi niyetle çıktıysa inanın benim niyetim de ondan farklı değil.
***
25 yaşında sosyoloji eğitimi almaya başladığımdan bahsettim. İşte, benim yazarlık mesleğiyle tanışmam o zamanlarda oldu.
Başlangıçta sosyoloji eğitimime sırf bir uğraş olsun diye başlamıştım. Ancak daha sonra gördüm ki, ben sosyolojide başarılı oluyorum! Çok az çalışmama rağmen hem de!
Bununla birlikte içinde bulunduğum sıkıntılı dönemlerim beni yalnızlığa ve yazmaya itti. O zamanlarda bir tutku, bir kaçıştı yazmak beni için. Beni yalnızlığa mahkûm eden tüm anlayışsız insanlardan kaçarak dingin bir limanın mavi sonsuzluğuna bırakırcasına, elime bir kalem alıp kendimi savunmasızca kağıdın üzerine bırakıyordum.
Ve öyle şeyler çıkıyordu ki ortaya…
Öyle yazılar yazdığımı fark ediyordum ki o tükenmişlik hissiyle.
İnanın bana, Özdemir Asaf ya da Attila İlhan gelse, o yazılara methiyeler düzmesi işten bile değildi.
Ancak bendeniz, o yazılarımın tamamını imha ettim. Yoğun duygularla kaleme sarılmak tehlikelidir azizim. Belki fazla yankı uyandırır ancak tehlikelidir işte.
Her neyse. O yıllarda, gelişen sosyoloji yetkinliğimle birlikte, bende azımsanmayacak kadar kavi bir yazma yeteneği olduğunu fark ettim. O ilk yazılarımı kendi güvenliğim için imha ettim ve daha sonra yazmak için değil, insanlara kendimi duyurmak için yazdım. Değil mi ki artık kendini tanıyan bir yazar adayıydım ve bu yeteneğimi ustalıkla kullanabilirdim.
Ve bu gün burada, tam karşınızdayım.
Hayat acımasız, bunda hemfikiriz. Dostoyevski’nin dahi tutkusunu bir geçimlik aracına dönüştüren hayat, benim de içimdeki ummanı dizginlemeyi ve bir fabrikanın tezgahlarında öğütürcesine öğütmeyi başarmıştı.
Allah büyük, yol uzun bizlerse yorgunuz fakat değiliz umutsuz.
Sizleri seviyorum,
25.07.2017 | Rukiye Eğlence.
0 comments:
Yorum Gönder