Merhaba Arkadaşlar,
Malumunuz hobiTanit.com
sitesinin devri gerçekleşti. Önceden makalelerimi oradan paylaşıyordum. Daha
öncesinde sosyaliize blogumda, daha
da öncesinde sosyalith.com ’da(aramayın
artık yok) paylaşıyordum. Ama ki illâ ki paylaşıyordum. Bugün bahsedeceğim
konuyu sosyaliize – kendi blogumdan sizlere ulaştırmanın en evlâ çözüm
olacağını düşündüğümden, Kelimeler ve Şeyler
Kitap Özeti’ni burada yayınlayacağım.
Dilemma kötü bir şeydir arkadaşlar, eğer bir ikilik içinde
boğulduğunuzu hissederseniz behemal kötü de olsa bir karara varmalısınız.
Biliyorsunuz sosyaliize’yle ilintili rukiyegunce.blogspot.com.tr blogumda da bir şeyler karalıyorum ve
en çok da oraya yazıyorum. Ama günceme tabiri caizse bir giren pişman bir de
girmeyen. Yani aslında…
Aslında tüm çevremdekiler bu çatallı dilimden ve zülfiyâre
dokunan delici üslubumdan muzdarip. Bunu “onarmamı-düzeltmemi- değiştirmemi” salık
veriyorlar. Ancak bendeki de kuru muru
inat falan yani. Aynı dikbaşlılıkla delici üslubumda deli gibi yazmaya
devam ediyorum. Nelere kızmıştıysam artık, onu da siz hesap edin. İşte,
rukiyegunce.blogspot.com.tr böyle bir hezeyanın meyvesi. Ve çok çok eskilere
dayanıyor.
Gelgelelim bugünkü
yazımıza.
Bir süredir, Michel Foucault’nun “Kelimeler ve Şeyler” adlı
başyapıtını okuyorum. İki gün önce dedim kendime “okumaya okuyorsun,
kenarlarına not da düşüp kendinde yorum da yapıyorsun. Bunu blogunda paylaşsana”..
Bir de böyle yoğun/değerli bir kitabı okuyup kitaplığa atmak, ona haksızlık
etmek olur diye düşündüm.
Corona kapatması sebebiyle bolca vakte de sahibiz. “Tamam”
dedim. “Ben bunu yazarım.”
İçerikten Haber Ver…
Öncelikle şunu belirteyim arkadaşlar, kitabın özetini iki
parça halinde yayınlayacağım. Kitabın ilk yarısını okudum. Ve bu yazımda sadece
0-300’üncü sayfalar arasındaki fikirsel salınımları anlatacağım. Geri kalan 300-530’uncu sayfaları ikinci bir
yazı olarak sizlere ulaştırmayı murad ediyorum.
Bu arada, “Anlatmak” dediysem, bilirsiniz, o kadar çok kendi
yorumumla harmanladım ki notlarımı, bazı yerlerde Foucault mu söylemiş ben mi yorumlamışım,bunu
anlamanız biraz zor olabilir. Sanırım bunun için şimdiden ince bir “özür”
bırakmalıyım buraya.
Arı bir kitap özeti değil benimkisi arkadaşlar. “Bencileyin”
karalanmış bir beyin jimnasiği gibi, daha çok. Affınızla müsemmâ :-|
Okumamaksa, her yazımda belirtiyorum, sonuna kadar okumamakta elbette ki
serbestsiniz, kimseyi yazdıklarımı okumadan gıyabında konuştuklarından dolayı
yargılamadım bugüne kadar, yargılamam da.
İyi de İçerik?..
Kelimeler ve Şeyler, Foucault’nun, şeylerin oluş inisiyatifleri
ve onları şeyleştiren mekanizmaların insanların zihninde ne gibi süreçlerden geçtiğini
tarihsel bir epistem referansıyla önümüze bırakan bir baş yapıtıdır. Kitapta
şey olabilecek her şeyin nasıl şey olduğu ve onu neden o şey yaptığımız
anlatılıyor. Bu anlamda dilin konformizminden o kadar çok bahsetmiş ki Foucault,
bazen ileri düzey bir filoloji kitabı okuduğunuzu düşünebilirsiniz.
O’na göre
dil, Ebedi’nin kelamıdır ve O, dil
aracılığıyla insana seslenir. Yani konuşmayı, toplumlar Mutlak Öteki’nden
öğrenip kendi aralarında yaymışlar. (Bu anlamda Foucault’nun bile isteye ve
haleflerinin aksine hiç gocunmadan teolojik gerçekliğe işaret ettiğini de
eklemiş olalım.) İbranice, Latince, Arapça gibi kadim dillerin oluşumu hep bu
mutlaklığın beşere sirayetidir, Foucault’ya göre.
Foucault’nun bir başka nüktesi de; şey-anlam ve dil… Bu üçü birbirine sıkı sıkıya bağlanmış ve
birindeki sentetik bir esneme, diğer ikisini de müthiş derecede etkiler ve bu
üçlüye muhatap toplumları, hatta medeniyetleri ve dönemleri de
değiştirir/dönüştürür. Yani, yine dil bağlamında söyleyecek olursak, “şeyler, yapısına insanlar tarafından
anlamlar yüklenmek suretiyle keşfedilmeye çalışıldığı oluşlardır”. Herhangi
bir şeyin “şey” olması için varlık olması gerekmiyor, O’na göre. Zihinlere
nüfus eden bir kifayeti olsun yeter.
Kelimeler ve Şeyler İçindekiler
Listesi
Burada direk kopipest bilgi akaratacağım size. Kitabın
içindekiler kısmı şu şekilde. Bendeniz bu yazımda Birinci Bölüm kapsamındaki
bilgileri, belli bir dizime bağlı kalmaksızın, size aktarmaya çalışacağım:
- BİRİNCİ BÖLÜM
1.Arkadan Gelenler
2.Dünyanın Üslubu
3.Temsil Etmek
4.Konuşmak
5.Sınıflandırmak
6.Mübadele Etmek
- İKİNCİ BÖLÜM(henüz okumadığım)
7.Temsilin Sınırları
8.Emek Hayat Dil
9.İnsan ve İkizleri
10.İnsan Bilimleri
* * *
İnanın arkadaşlar, o kadar çok kendi yorumumu kattım ki
okurken, şu an kitabın içrekliğine ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum
kendimi. Ama ki yukarıda bahsettiğim kopipest formatıyla uyduruk bir yazı da
yazsaydım, inanın bir şeyler eksik kalırdı. Kitabı okurken Foucault’yla
konuşuyor gibiydim. O yazdıkça benim de yazarak ona cevaplar aranje edesim
geldi ve sonuç olarak şu an koskocaman bir foucault-ruk düşünce harmanı ile
karşılaşmaktasınız.
Şeylerin Yapısal Kurulumu
Kitapta şeylerin dilsel kurulumu açısından 5 kavramın yerli
yerince oturtulmasından bahsediliyor. Yani şeyi şeyleştiren bir anlam
silsilesi, ancak aşağıdaki 5 kavramın iç içe yapılanmasıyla mümkündür. Bunlar,
» Syntax- Dizgebilim, kelime ve eklerin dizilimi.
» Semantic-Anlambilim, yan yana dizilen kelime ve eklerin
bütününde nasıl bir anlam uyandırdığı.
» Lexical- Noktalama İşaretleri.
» Taxinomia- Adlandırma, şeylere hangi adları veriyor ve
onları nasıl çağırıyoruz.
» Fonetik- Sesbilimi, yani sesler, harfler ve onların
duyuluş, algılanış şekilleri.
Foucault’nun Teorileri
Üstat her olguyu açıklarken öteden-beri var olan genel geçer
teorilere gönderme yapıyor. Yani şeyleri konuşurken yararlandığımız her
parametrenin bir teorisi var Foucault’ya göre ve bunlar zaman içinde oluşup
olgunlaşıyor, teorileşiyorlar. Bir nevi mit-efsane gibi düşünebilirsiniz. Bu
teorilerden (yakalayabildiklerim) şu şekilde:
♦ Ad Teorisi – insanların
şeyleri isimlendirirken hangi eğilimlerle hareket ettikleri. Şeyler, adlandırılmadan onlar hakkında
konuşmak neredeyse imkansız gibidir. Ad teorisi bu gerekçeden doğmuş ve bu
anlamda önemli.
♦ Fiil Teorisi – edimlerimizi ifadelendirirken tam olarak ne yapıyoruz.
Foucault’ya göre fiil oluşturmak, sınırsız düşünce ummanından eylemleri seçip
sınırlandırmak anlamında gereklidir. Normalde Foucault, düşünce kalıplarından nefret eder bilirsiniz. Ama burada cesur bir
çıkış yapıp, düşüncemizi sistematize etmek(kozmos- düzen evrenine yerleştirmek)
için fiiller kurmanın oldukça kabul edilebilir olduğundan dem vuruyor.
♦ Zenginlik Teorisi – Foucault’ya
göre zenginlik sanılanın aksine servet biriktirme inisiyatifi değil ve bunun
şahıslar nezdinde taltif ediciliği hiç değildir. Zenginlik daha çok siyasal bir
prestiji olan, aranan, arzulanan bir uzaklıktır ve episteme zorunluluğundan ayrı
düşünülemez. Yani, diyor ki Foucault, zenginliği arzulayanlar onun “neden”ini, “nasıl”ını
ve diğer olgusal zorunluluklarını yerine getirmek gayesi güderler, diyor
Foucault.
Doğayı Nasıl Anlamalıyız?
Kitabında doğanın nasıl insana kendini öğrettiğini, insanın
zorunlu-eğlenceli bir kifayet suretinde Doğa’yı nasıl keşfetmeye çalıştığını da
anlatıyor Foucault. O’na göre doğa içinde yaşayan insanın onla etkileşime
geçmemesi düşünülemez. İşte tam da bu noktada, “dili kullanır” diyor Foucault
insan için.
Öyle bir döngü düşünün ki, insan hem Doğa’ya hayran,
müptelâdır, hem de onu anlama, ona hükmetme zorunluluğu hisseder. Bununla
ilgili bir deyim var Türkçede: Gelinler için söylenen “hem ağlar hem giderim”...
İnsan Doğadan korkar, onu merak eder, öğrenir, öğrendikçe
mutlu olur ve ona yön vermeyi arzular. Daha çok öğrenir, daha çok merak eder,
öğrendikçe daha fazla hayran olur ve saire. İnsanlığın dünyada var olduğu
günden beri bu döngü böyle sürüp gitmektedir.
Tabii Foucault’ya göre bu iddia. Keza ben de katılıyorum ve
her ne kadar kendi görüşümle harmanlamaktan çekinsem de, görmüş olduğunuz gibi
bu pek mümkün olamadı yazımda :-|
Ticaret Mefhumu
Mübadele(takas) başlığı altında ticaret kültürünün doğuşu, ilkel toplumlarda ve günümüzde ne gibi
mekanizmalar üzerinden şekillendiği anlatılmış.
Şunu belirtmek
istiyorum: İktisat konusunda zihnimi öyle şartlandırmışım ki, mübadele mefhumunu
biraz okuyup anladıktan sonra “Dur!.. Bunu anlamaman lazım!” diye beynimde
kavramları çorba ettiğim doğrudur. Konu ekonomi-iktisat olunca, nedendir
bilmem, hep kendimi bir adım geri tutuyorum. Anlamıyor ya a anlamak istemiyor
ya da beynime doğrudan “iktisadı anlamamalısın!” diye emirler gönderiyorum.
Aşacağım.
Mübadele(takas) ticaret olayının doğuşu hadisesidir,
biliyorsunuzdur. Yani ilkel toplumlarda para yoktu. Takas usûluyle
ihtiyaçlarını karşılıyorlardı. Sonra para bulundu(huvvaaaaahhh…!!).
Fakat Foucault Üstat parayı öyle bir aleladeliğe indirmiş ki
kitabında “bu muymuş” diyorsunuz. O’na göre para, insanın alım gücünü temsil
etmekle birlikte, onun nominal değeri(paranın sonundaki sürekli artan sıfırları
düşünün), biçimi, yapısı, işaret ettiği çokluk sürekli değişmiş. Bu da onu
pespaye ve önemsiz bir hale getiriyor. Yani, diyor Foucault, paranın büyüsü
elbet bir gün yok olmaya mahkûm. Onun yerine üretim kültürüne işaret ediyor. İhtiyaçların hangi doğrultuda
oluşuna ve asıl doğru ihtiyacı isabet ettirmenin bir “zenginlik” göstergesi
olacağını belirtiyor.
O kadar yoğun anlatmış ki iktisat kültürünü, burada sadece
öne çıkan iddialarını dillendiriyorum şu an.
Mesela “siz” diyor “malınıza istediğiniz kadar ehemmiyet arz
edin, talep eden kişi, o arzın ihtiyacına(arzusuna) hitap etmediğini öğrenirse
onunla ilgilenmeyi bırakır.” Bu anlamda sosyal medya fenomenleri geldi direkt
aklıma. Demek ki, Z kuşağının anlık ihtiyaçlarına hitap ettiği için takibe
alıyorlarmış o ne menem youtuber’ları, instagramer’ları.
Üretim olmadan kazanç olmaz diyor bir de… Zenginleşme
üretime bağlıdır diyor.
İktisat Sosyolojisinin artık ürün ve emeğin metalaşması
kavramlarından da bahsetmiş ancak onunla kafanızı hiç karıştırmayayım. Tâ en
baştan anlatmam lazım zira. İnsanın birincil gereksinimlerini karşıladıktan
sonra ürettiğini tüketmeyip, artırma yoluna gitmesi, ona değer atfetmesi ve
bunu kâra dönüştürmesi. Hiç girmeyeyim hiç…
Bir malı ne kadar çok emekle işlersen o kadar değeri artar,
diyor. Fakat bu düşüncesine katılmadım Foucault’nun. Sanatın da doğuşu sayılan “ilham” anlarını hiçe saymış emeğe gönderme
yaparak. Bana göre, öyle bir an vardır ki, o anda yakaladığınız ilhamı ürüne
dönüştürürseniz, az çabayla da harikalar yaratabilirsiniz.
Üstat mübadele başlığı altında kapitalizmden de bahsetmiş. Burada öyle güzel bir tespitte bulunmuş
ki, “beyin göçü” dediğimiz olguyu tüm gerçekliğiyle açıklıyor.
Şöyle ki; kapitalizm, he ne kadar komplo teorilerinin
nâmüsait tepkilerinden nasibini alsa da, kendiliğine oluşan ve kabuk tutan bir
olaydır. Ona göre işleyen beyin, işlemesi için ihtiyaç duyduğu araçları zengin
ülkede bulur, gayriihtiyari zengin ülkeye yönelir. Bu olay, zengin ülkeyi daha
da zenginleştirirken fakir ülkenin fakirleşmesine neden olur. Zengin ülkenin
fakir olana yardımları bu kangreni çözmeye yetmez, O’na göre. Bilakis maalesef,
rollerin kabullenmesi anlamına gelecektir.
* * *
Kitap harika. Şu an ikinci bölümü okuyorum. Üstat bu bölümde
felsefeden çok tarihin kapılarını aralıyor. Yazarın üslubuna alıştığım için bu
ikinci kısımda daha likert bir okuma yapabiliyorum.
1 hafta sonra kitabın ikinci kısmını da sizle paylaşırım
inşa Allah.
Görüşmek üzere,
_____
Saygılarımla.
Rukiye Eğlence.
0 comments:
Yorum Gönder