"Yalvartmadan Bırakmam" Sendromu
"Kendime Yalvartmadan Seni, Hayatta Bırakmam!.."
Aslında bu konulara vakıf değilim. Fakat eski yazılarımda da belirtmiştim. Psikolojiye de en az sosyoloji kadar ilgim ve bu konuda üç beş malzeme okumuşluğum var; makaleler, kitap ve saire.
Tanıdığım yaşayan ve hayatını kaybetmiş muhtelif psikologlar, psikiyatristler...
Herneyse...
Bu yazımda aslında tripmanyak yalvartmatik ve örtük saplantılı birtakım kızlardan bahsedeceğim. Ve bunun sebeblerinin neler olabileceğini birlikte anlamaya çalışacağız.
Nedime'nin Sorusunu Bilebilene Aşk Olsun!..
Nedime benim bir öğrencim. Kimliği anlaşılmasın diye mümkün olduğunca farklılaştırılmış bilgiler sunacağım. Sadece davranışına odaklanıyor ve anlamaya çalışıyoruz şu an.
Nedime, iltifat almaktan, beğenilmekten ve insanların acizâne davetlerine lûtfetmekten haz duyan bir kız. Henüz daha çok genç ve hayattan öğreneceği çok şey var. Bir olayını anlattı bana. (Evet bunun masumane bir şakalaşma(!) olduğundan kasıtla bana bütün saydamlığıyla anlattı.)
Bir başka bir öğrenci kendisine ABC hakkında, basit bir soru sormuş. Cevabı önemsiz ve soran kişinin hayatında esasında hiçbir oluru değiştirmeyecek. Dolu bir bardak suya bir damla musluk suyu eklediğinizi varsayın. İşte o hesap bizim Nedime'nin cevabı.
İşin trajikomik tarafı bu cevabı vermek için muhatabını günlerce bekletmiş. Soran gitmiş gelmiş, gitmiş gelmiş cevap yok.
Sorucu(Yalvaran) Özne, yeterince yalvarıp Nedime'ye kâfi surette haz temin ettikten sonra Hanım Kızımız Soran'ın sorusunu yanıtlamış.
Bir başka örnekle bu yazının kastını ve evrenin tipolojik örneklemini daha net anlayabileceksiniz.
Sağ Baştan Say!..
Yine bir soru-cevap örneği. Soran kişiyi cevaplamayıp, onun nasıl kıvrandığını gören bir "Efendi" ve ona itaat etmekle mükellef aciz "Köle"si...
Sorucu sorusunun cevabını alabilmek için neredeyse tüm seçenekleri art arda sıralamak zorunda. Fakat bu sinir bozucu. Bilirsiniz bizden her biri merak açlığından mülhem, sorularının hemen yanıt bulmasını arzu eder. Merak hastalıklı bir histir. Doyurulmak ister. Bir nevi zaaf'tır da.
Eğer yazımızda belirttiğimiz kişiler gibi sizin bu zaafınızı sömürmek suretiyle kendi zaaflarını tatmin etme becerisini yakalamış kimselerden birine rast gelirseniz merak hissinizi doyurmak adına, ki bu o an için bir yoksunluktur, doyurulmak ister, yandınız demektir.
Budur, bahsetmek istediğim kişilik örüntüsü. Bu yazıda bu tipolojiyi anlatmaya çalışıyorum.
İyi De Neden Olabilir?
Şimdi dilerseniz bu kimselerin neden böyle bir yalvartma edimine ihtiyaç duyduklarını anlamaya çalışalım. (Şahsımın bir psikolog değil; psikolojiye ilgi duyan bir sosyolog olduğunu tekrar hatırlatarak, teknik hatalarımın bağışlanmasını diliyorum).
Bakın bu kimseler(kız ya da erkek hiç fark etmez) sadece cevap vermez, bunu bir güç kazanımı, üstünlük olarak değerlendirir.
Alfred Adler'ın doktrinleriyle konuşacak olursak, insan psikolojisi bir aşağılık-üstünlük diyalektikasında gezinir durur.
Bunlardan kendini üstün hisseden kimseler, genelde benlik bütünlüğüne ermiş tipte çıkarlar karşımıza. Üstün(güçlü, yetkin) olduklarını düşündüklerinden birtakım çabalarla bertaraf etmeye çalıştıkları bir benlikleri bulunmaz.
Fakat kendi benliğini aşağılık/yetersizlik/zayıflık olarak gören kimseler işte yukarıda belirttiğimiz iki örnekte olduğu gibi küçük insan ilişkileri hileleri ile, muhataplarını kendilerine yalvartmak yoluyla, bu aşağı taraflarını güçlendirebileceklerini düşünürler.
Evet, bu çoğumuzun aşağılık sendromu dediği durumdan başka bir şey değildir. Bendeniz sadece bu aşağılık sendromunu kapatmaya yönelik çalışmaların birini derinlemesine analiz yoluna gittim.
Aşağılık Sendromunda Ailesel Etkiler
Psikolojide kişiliğin oluşmasında üç büyük psikoloji doktoru - üçü de birbiriyle çatışık haldedir :) - da ailenin etkisini yadsımaz. Çocuklukta yaşananların kişiliğin etkisi üzerine uzun uzun konuşurlar.
Bu üç büyük psikoloji devi, Freud, Eric Ericson ve Alfred Adler'dir (bana göre). (Daha sonradan bu silsileye Lacan, Carl Gustave Jung, Le Bohn, Erich Fromm, Wundt gibi doktorları da eklerler)
Yani ailede yaşanmışlıklar, ya da yaşanamamışlıklar, bu üstünlük-aşağılık duygudurumlarına ön ayak olmaktadır.
Sözgelimi ailesinde üstün, yeterli ve güçlü hissettirilen ve bunu destekleyici yaptırım/edimlerle büyüyen, gerçekten üstün ve yeterli olduğuna inanan birey, ilerleyen yaşlarında daha sağlıklı ilişkiler gerçekleştirmekte ve benlik bütünlüğüne, keza kendi var oluşunu gerçekleştirmeye yatkın olacaktır.
Fakat aşağılık durumunu içselleştirmiş çocuklar büyüdüğünde , nereye giderse gitsin, hangi sosyo-ekonomik koşulda bulunuyorsa bulunsun, zihinlerinde tek bir soru olacaktır: "Ben ne yaparsam aşağı/aşağılanmış bir birey olmadığımı kanıtlamış olurum?.."
Adler'ın aşağılık hissiyatını tatmin etme diye teorize ettiği bu kavramı Freud anal dönemle ilgili saplantılı psikozlar şeklinde anlatır. Ericson da bu konuda Freud'dan farklı düşünmez. Yalnızca sorunun çözümünde Freud'dan farklı teknikler öne sürer.
Peki, Nasıl Aşılır?
Tam da bu noktada, yine farklı bir kavramdan bahsetmem gerekiyor: benlik algısı ve ideal benlik.
Benlik algısı; ben nasıl biriyim sorusunun samimi bir cevabıdır. Bu cevaplar kişinin kendini gerçekleştirme düzeyine göre olumlu ya da olumsuz olabilir. Fakat altını çiziyorum, kişi burada "ben nasılım" sorusuna gayet net cevaplar verebilecek düzeydedir.
İdeal Benlik ise, hedeflerimiz, arzu ve isteklerimiz, hayallerimizle şekillendirdiğimiz benlik-ötesi bir metafordur. Her insanın bir ideal ben'i vardır. Zira hayatta ve yaşıyor olmanın kaçınılmaz bir kuralıdır bireylerin idealize benliklere iştiyak halinde olmaları.
Bakın yukarıda basettiğim aşağılık sendromunun çözümü için öncelikle, bu kişilerin benlik algılarını ve ideal benliklerini onlara bildirmemiz gereklidir.
Yani "Sen aslında böyle böyle bir bireysin ve hissettiğin aşağılık sendromundan kurtulmak adına bu tarz yalvartma psikozlarını deneyimlemek yerine daha yapıcı çözümlerle, gerçekten kendini üstün hissedebileceğin uğraşlara, etkinlik alanlarına yönelmelisin." tarzında telkinlerde bulunmamız gerekir bu kimseye.
Mümkün olduğunca sade anlatmaya çalışıyorum. Yani aşağılık sendromunun çözümü akut krizlerin anlık çözümlerinden daha çok, uzun soluklu ve çok boyutlu uğraşlarla mümkün olabilecektir. Ve kesinlikle kişinin hemen kendinden soyutlayabileceği bir durum değildir.
Birey başardığını, sorunların üstesinden geldiğini gördükçe kendine olan inancı artacak ve bu tarz "yalvartma"larla aşağılık sendromunu bastırma arayışlarından vazgeçecektir.
***
Günlük hayatta sık karşılaşılan bir güç-acziyet çift boyutlusunu psikolojik bulgular zemininde anlatmaya çalıştım arkadaşlar. Umarım sizler için faydalı olmuştur.
Güzel yazılarda görüşmek dileğiyle,
Sevgiler..
Rukiye Eglence
0 comments:
Yorum Gönder