Püritan Dogmaların
Korkusuz Müdavimi: Anne Hucthinson
Merhaba. Açıkçası zor bir yazı olacak bu benim için. Ancak
yine de toplumumuzun iyileştirilmesi yönünde faydası olabileceği ümidiyle yazma
teşebbüsünde bulunuyorum.
Konumuz Anne Hutchinson(1591-1643). Kendisi aslen İngiliz olup, 17. yüzyılda Amerika’da yaşamış radikal bir feministtir. Ancak feminist oluşunun onunla sizin aranıza onulmaz duvarlar örmesine fırsat vermeyin. Zira bu yazımda Hutchinson’ın feminist eğilimlerinden çok “idealist ruhlu bir kadın” oluşuna dikkat çekmek arzusundayım.
Hutchinson, değişmez düşüncelerinin bedelini hayatıyla ödedi. Belki o zamanlarda, kendisiyle arasında zuhur eden ciddi krizlerin yegâne müsebbibi olan Kilise’nin dayatmalarına boyun eğseydi onun için daha yapıcı sonuçlar doğurabilirdi. Fakat o buna yeltenmedi. Üçüncü kişilerin tanrıyla insan arasına giremeyeceği ve olur da girmeye çalışırlarsa onların dikte ettiği yaptırımların geçersiz olacağını ısrarla savunmaya devam etti.
Konumuz Anne Hutchinson(1591-1643). Kendisi aslen İngiliz olup, 17. yüzyılda Amerika’da yaşamış radikal bir feministtir. Ancak feminist oluşunun onunla sizin aranıza onulmaz duvarlar örmesine fırsat vermeyin. Zira bu yazımda Hutchinson’ın feminist eğilimlerinden çok “idealist ruhlu bir kadın” oluşuna dikkat çekmek arzusundayım.
Hutchinson, değişmez düşüncelerinin bedelini hayatıyla ödedi. Belki o zamanlarda, kendisiyle arasında zuhur eden ciddi krizlerin yegâne müsebbibi olan Kilise’nin dayatmalarına boyun eğseydi onun için daha yapıcı sonuçlar doğurabilirdi. Fakat o buna yeltenmedi. Üçüncü kişilerin tanrıyla insan arasına giremeyeceği ve olur da girmeye çalışırlarsa onların dikte ettiği yaptırımların geçersiz olacağını ısrarla savunmaya devam etti.
Kiliseyle barışmadı, uzlaşma yoluna gitmedi. Aforoz
edilmesi, Amerika’nın kuş konmaz eyaletlerine sürgüne gönderilmesi onu
yıldırmadı. Tüm bu yıpratıcı müdahalelere rağmen, sahip olduğu ideolojik
yargılarını muhafaza etmekten gocunmadı.
Ve tüm bunlar 17. yüzyılın Amerikası’nda yaşandı! Evet, buraya
dikkat çekmeye çalışıyordum.
Düşünün, henüz Amerika topraklarına demokrasi bilincinin gelişmediği,
Amerikan halkların Britanya’ya isyan bayrağını çekmediği, Bağımsızlık
Bildirgesinin bile yayınlanmadığı bir dönemden bahsediyoruz.
İşte Anne Hutchinson böyle bir dönemde Püritan düşüncelerini
savunmaktan korkmadı. Kaynaklar onun Amerika feminizminin öncülerinden olduğunu
yazıyor. Oysa ben sırf o yıllarda Amerika’nın kadın haklarını savunan birkaç
öncü isimden biri olmasının, onu feminist akımın partizanları ile birlikte
değerlendirmemiz için yeterli bir kaide olmadığını düşünüyorum.
Anne Hutchinson bundan tam 3 asır önce yaşadı. Onunla ilgili
günümüze ulaşan kaynak çok az. Kendisini yeterince tanımıyoruz. Bu sebeple Hutchinson’ı,
feminizmin karanlık kuyularına savurmamalıyız diye düşünüyorum. Bununla
birlikte onu daha iyi anlayabilmemiz için, onun isyankar kişiliğinin
kemikleşmesinde rol alan püritan doktrinlerin
de kavranması gerektiğini düşünüyorum.
Püritanlik, Peki Ama
Nasıl?
Reform hareketleriyle kendisine yaşam alanı bulup, Orta Çağ Amerika’sında
yerleşik bir inanç halini alan püritanizm, mantık dışı dogmalarla
şekillendirilmiş bir Hristiyan mezhebidir. Kaynağını Protestanlıktan alır.
Püritanizmin Katolik nefreti zamanla o kadar büyüyüp
güçlendi ki, bu saplantılı inanışın mensupları kendileri gibi düşünmeyen tüm
insanları “cehennemlik” görmeye başladı.
Püritan eğilimlerini biraz da Yahudiliğe benzetebilirsiniz.
Yanlış anlaşılmasın; “Yahudilik de tıpkı Püritanizm gibi sadist reaksiyonlar
geliştirir.” demiyorum. Ancak gerek Püritanizmin koruyuculuğu, mutlu olmayı
kendilerine haram ve günah saymaları, homojen ve milliyetçi yapısı, kendisi
gibi olmayan insanlara karşı takındığı tavırlar bu iki inanışı birlikte
yorumlamama sebep oluyor.
Bir Püritan Olarak
Hutchinson
Püritanizmin ana hatlarını çizdikten sonra, şimdi dilerseniz
tekrar asıl konumuz olan Anne Hutchinson’a dönelim ve Püritan öğretilerinin
Hucthinson’ın mizacının oluşmasında nasıl bir etkisi olduğunu kavramaya
çalışalım.
17. yüzyıl Amerika’sında ölümden korkmayan ve radikal
düşüncelerini her yerde korkusuzca açıklayabilen bir “kadın” dan dan bahsediyoruz.
Mevzû bahisin bu “kadın karakterin”
feminizme nereden baktığıyle ilgili olmadığını, sanırım anlıyorsunuz. Mesele,
bu kadar buhranlı bir Amerika coğrafyasında dünya görüşünü ölümü pahasına
savunabilen bir kadının varlığıdır!
Bir erkek dahi yer yer inandığı dava uğruna can yakıcı
yaptırımları göğüs geremeyebiliyorken, böyle sancılı bir süreçte bir kadının,
ideolojisini savunmada gösterdiği cesareti, sizce de takdire şayan değil mi? Bu
cesur duruşun kahramanı konumunda olan Anne Hutchinson sizce de hakkında
bahsedilmeyi hak etmiyor mu?
Ve bizlerin tarihin içinden beliren böylesi güçlü bir
karakteri tanıyıp, yaşantımıza cesaret doğrultusunda yeni bir vizyon
oluşturması gerekmiyor mu?
Özellikle
Kızlarımızın Çıkaracağı Dersler Var!
Anne Hutchinson’ın hazin ama vurucu yaşantısından özellikle
bayan arkadaşlarımızın çıkaracağı dersler olduğunu düşünüyorum.
“Nedir peki bu dersler?” diye soracak olursanız, öncelikle, hiç
düşünmeden “Cinsiyet engel değil.”
cevabını verirdim sizlere. Çünkü cinsiyet, kadınlarımızın büyük atılımlar
yapması, inandıkları değerleri yaşayıp çevrelerine anlatması, farklı olmaları
mesela; diğerlerinden aykırı da olsa bir dünya görüşünü benimseyip bunu
korkusuzca dillendirebilmeleri için bir engel teşkil etmemektedir. Niye etsin
ki hem azizim?.. Onlar da tıpkı bir
erkeğin genlerinde kodlanmış olduğu gibi azim ve kararlılık yetilerine sahiptir.
İnanıp gayret ettikleri takdirde elbette ki büyük başarılara imza atabilirler,
zor gibi görünen işlerin üstesinden gelebilirler.
Bir diğer ayrıntı, kadının toplumda var oluşu, yaşayan ve ilgileri
olan, kendi inanç eksenini şekillendirebilen bir insan oluşuyla ilgilidir. Sırf
kadın doğduğu için, bir bayanın erkeğinin kendisine aşıladığı fikirlere
üstünkörü itaat etmesi gerekmez. Toplumun başat zemininden pek âlâ farklı
düşünebilir ve bu düşüncesiyle toplumda var olabilir. Hele de demokratik
özgürlüklerin söz konusu olduğu modern bir toplum düzeninde, inanın bu durum o kadın
için hiç de zor olmayacaktır. Tek yapması gereken kendi eksiklerini fark edip,
eylemlerini zaaflarını onarma doğrultusunda yapılandırmasıdır.
Takdir edersiniz ki bunun için de suya sabuna dokunması, tüm
gücünü toplayıp kollarını cehalet batağına bağlayan görünmez zincirlerden
kurtarması gerekecektir. Okuması, araştırması, sorgulaması, çok sorgulaması lazım
gelecektir.
***
Anne Hutchinson kilisede yargılanıp idam edilmeseydi
günümüze bıraktığı izdüşümleri daha farklı olacaktı hiç şüphesiz. Oysa biz
bugün onu araştırmada ve tanımada çok zorluk çekiyor ve fakat tanıdığımız
kadarıyla anlamaya çalışıyoruz. Dilerim
bu kavrayışı hayatımızı güzelleştirmek adına özümseyip hakkıyla yaşantımıza yansıtabiliriz.
Sevgiler, Rukiye Eğlence | 02.08.2017
Sevgiler, Rukiye Eğlence | 02.08.2017
0 comments:
Yorum Gönder