(enerji.gov.tr 2014 yılı yazısıdır.)

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, MÜSİAD İzmir Şubesi'nce düzenlenen "Yeni Türkiye ve 2023 Enerji Politikaları" konulu toplantıda yaptığı konuşmada, son 20 yıl içerisinde bir insanın, ailenin, şirketin bir ülkenin görebileceği artı ve eksi bütün noktaların hemen hemen Türkiye'de görülmüş olduğunu, 7 Haziran seçimleri öncesinde verdikleri oyların, yaptıkları tercihlerin bir kısım vesayetlerle hükümsüzleştirilmeye, itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı dönemden geçtiklerini söyledi.

Bu vesayetlerin bazen üniformalı bazen sivil, bazen çok uzaklardan bazen yakından, bazen hiç tanımadıkları bazen de çok yakın tanıdıkları kişiler tarafından yapıldığını dile getiren Bakan Yıldız, vesayetin her türlüsüne karşı çıktıklarını, sandığa giden vatandaşların yaptığı tercihlere sonuna kadar sahip çıkılması gerektiğini, bir memnuniyetsizlik varsa bunun yolunun sandıktan geçtiğini ifade etti.
Türkiye'nin büyümesinin, ilerlemesinin, gelişmesinin bütün yönleriyle beraber olabilmesi gerektiğine işaret eden Yıldız, "Obez bir büyümeden bahsetmiyoruz. Zihniyle beyniyle kalbiyle vicdanıyla sağduyularıyla sezgileriyle hatta basireti, ferasetiyle beraber olabilmelidir. Hem insanların zihni hem de ülke büyümelidir" dedi.
Siyasetçilerin saygınlığının artırılmasıyla ilgili yaptıkları çalışmalara işaret eden Yıldız, "Şu anda bir kısım vaatlerle beraber bu saygınlığın zedelendiğini görüyoruz. İnsanların ümitleriyle oynamak, insanların geleceğiyle zekasıyla alay etmek, hiçbir şey anlamıyormuşçasına davranmak ancak siyasetçinin kendisine zarar verir" dedi.
Türkiye'de 12 yıl önce özel sektörün elektrik üretimindeki payın yüzde 32'lerde olduğunu, şu anda bu pay oranının kamuyla yer değiştirdiğini, kamunun payının yüzde 32'lerde bulunduğunu belirten Yıldız, Türkiye'de ilk elektriğin 1902'de üretildiğini, 2002'de 31 bin 800 megavatlık kurulu güç olduğunu, ülkeyi böyle devraldıklarını ifade etti.
"Son 12 yıl içerisinde 39 bin megavatlık kurulu güç inşa ettik. Türkiye'nin 100 yıldaki rakamlarının neredeyse yüzde 25 daha fazlasını inşa etmiş olduk" diyen Yıldız, ülkenin bu yıl 4 bin megavat daha büyüyeceğini kaydetti.
Türkiye'nin her yıl bir başka ülke kadar bu alanda büyüdüğünü vurgulayan Yıldız, bu büyümenin doğru yönetilmesinin ve aynı zamanda değişimle beraber yapılmasının önemine işaret çekti.

Nükleer santral

Şu ana kadar yaklaşık 50 yıldan beri yapılamayan nükleer santral anlaşmasının yapıldığını, bununla alakalı bütün fiili işlemlere başlandığını kaydeden Yıldız, "3,1 milyar dolarlık Rusya'dan gelen paranın harcanması devam etmektedir. Aynı zamanda Sinop'ta kurulacak Japonlarla olan işbirliği de hakeza benzer durumdadır. Bütün bunlar Türkiye'nin, siyasetinin çok iyi yönetilmesi işi yani güçlü irade, güçlü siyaset dediğimiz konu buradan kaynaklanmaktadır" ifadelerini kullandı.
AK Parti'nin iktidara geldiğinde 8,6 milyon civarında olan araç sayısının şu anda 18,6 milyonu geçtiğini, doğan ve ölen nüfus arasında 1 milyon farkın olduğunu dile getiren Yıldız, hemen hemen her bebeğin arabasıyla beraber dünyaya geldiğini söyledi.

Siyasi istikrarın önemi

Siyasi istikrara konan her katkının yalnızca bugünün Türkiye'sine değil, aynı zamanda geleceğin Türkiye'si ile alakalı çok ciddi önem taşıdığına vurgu yapan Bakan Yıldız, şöyle konuştu:
"Türkiye'de siyasi istikrar zor elde edilen ama kırılganlığı çok yüksek ve çok çabuk elden gidebilen bir kavramdır. O yüzden siyasi istikrarı temin etmek durumunda olanlar iktidar partileridir ama siyasi istikrarı korumak durumunda olanlar yalnızca iktidar partileri değildir, aynı zamanda gelişmiş ülkelerde olduğu gibi muhalefet partileridir, sanayicilerdir, esnaflar, sanatkarlar, akademisyenler, sivil toplum örgütleridir. Çünkü biz oy aldığımız yüzde 50'lik yapıdan yüzde 100'üne hizmet götürüyoruz. Bir kişi AK Parti'ye oy vermeyebilir ama kazancını 3-5 kat artırılabilir. O yüzden siyasi istikrar, muhafaza edilmesi bütün kesimler tarafından yapılması gereken ve bir devlet politikası olarak ortak paydaya konulması gereken bir konu haline gelmiştir. O yüzden bizim yaptığımız çalışmalar yalnızca bir parti meselesi olmaktan çıkmış çünkü AK Parti'nin istikrarı Türkiye'nin istikrarıyla eş anlamlı olarak söylenmeye başlamıştır. O yüzden her birimizin omuzundaki sorumluk kat be kat artmıştır.
Bugün Açık Toplum Vakfı, para sihirbazı olarak isimlendirilen kişinin seçimlerle alakalı tahminleri ve hemen hemen hiçbir kişinin kabul etmeyeceği tarzda koalisyonların bu ülkeye fayda getirebileceğiyle alakalı tespitidir. Bu dünyada yaşayanlar zeki de Türkiye'de yaşayanlar daha mı az zeki? Biz bunların sancılarını, sıkıntılarını fazlasıyla gördük. 'Seçimler şaibelidir' dedi bu raporunda. Sorduk hangi seçimler bunlar. '7 Haziran seçimleri' dediler. Bu kadar ön yargıyla bu kadar uzaklardaki insanların yakınlardaki insanlarla işbirliği yapmasının basit nedenleri yoktur. O yüzden son derece dikkatli olmamız ve bütün bunlar karşısında çok dikkatli şeklide siyaset yürütmemiz gerekiyor. AK Parti'nin şu veya bu gerekçeyle içindeki ahengin bozulmaya çalışılmasının ve bununla alakalı hedeflerin olmasının basit gerekçeleri yoktur. Bu aynı zamanda ülke istikrarını zorlayan ve bozulmasını temin etmeye çalışan gayretlerdir. O yüzden Türkiye'nin ekonomisiyle beraber enerjisiyle idaresiyle her yönüyle beraber büyümesi şarttır."

"En ucuz doğal gazı Türkiye satıyor"

Almanya'nın Çek Cumhuriyeti'nden elektrik ithal ettiğini, Türkiye'nin ayakları üzerinde yürüyebilen bir sistem oluşturduğunu dile getiren Yıldız, "Türkiye, bir petrol, doğal gaz ülkesi olmadığı halde 28 Avrupa Birliği ülkesinin en ucuz doğal gazını satıyor hem sanayicisine hem mesken sahibine. Türkiye, elektrikte de en ucuz 3 ülke arasına girdi" dedi.
Bir traktörde 5 bin, otomobilde 10 bin 200, nükleer santralde ise 515 bin parçanın olduğunu belirten Yıldız, nükleer santralle alakalı Türk sanayicisine çok büyük bir pazar açtıklarını, bu pazardan mutlaka yararlanılması gerektiğini kaydetti.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar ise Türkiye'nin istikrarı, birlik, beraberlik, kardeşliği için herkesin bir kat daha fazla çalışması gerektiğini ifade etti. 


Merhaba, bu yazımda sizlere Akçakale'nin tüm kitapçılarını gezip nasıl adam akıllı tek bir roman dahi(kendi ilgi alanıma yönelik) bulamayışımı, bölge esnafının kitap kültüründen nasıl uzak oluşunu ve memur kesimin bu vehametin nasıl da farkında olmayışını anlatmaya çalışacağım.

Akçakale'de kitapçı aramamdaki maksat, bölgenin kültür-sanat dokusu ve entelektüel okur-yazarlığı hakkında bir kanıya varmaktı. Normalde de kitaplarımı elden nakit usûlü alıyorum, Gaziantep'ten. Fakat elden dediysem; 20-30 hatta 50 yıllık kitapçılarımız vardır Gaziantep'te: İrşad, Agv, Eyyuboğlu Kitapçıları, Kırkayak Kitapçıları vs... Kızılay'ın sahaflari gibi bu kitapçılar birbirine yakın yerdedir ve nesilden nesile devam eder. Söz gelimi rahmetli babamdan başlarsak, sırasıyla büyük ablam, ortanca ablam, onun küçüğü ablam, onun daha küçüğü ablam ve ben, hepimiz bu kitapçılardan beslenmişizdir. Ana damar medya akımı gibi.

Herneyse. Bunlar, Gaziantep kitapçıları, bir başka yazının konusu.

***

Bildiğiniz gibi arkadaşlar, yaz tatilindeyiz. Öğretmenlerin yaz tatili. Yaklaşık iki ay sürüyor... Yani yuvarlarsak bir de mebbis eokul gibi netten yaptırılan işlemleri saymazsak iki ay.

Tatil başında ilk iş olarak Akçakale'nin en kapsamlı kitap&kırtasiye işletmesi olan Şafak'a vardım. "Okumalık" kitaplar almaktı muradım. Peyami Safa, Mehmet Rauf gibi kıymetli isimleri 5TL'lik raflarda görünce üzülmedim değil açıkçası. Zira bu isimler daha kıymete haiz statülerde bulunmayı hak ediyorlardı.

Aradan zaman geçti. Aldığım kitapları okudum.(Bu arada Gaziantep'e gitme, tatil falan fistan hadiseleri de vukû buldu fakat onları es geçiyorum)

Bir zaman sonra Akçakale'de meskun vaziyet istikamet halinde iken şahsım, tekrar kitap okuma isteği zuhur etti nazarımda. Aslında kitaplığımda Foucault, Nietzcshe, Pierre Bourieu  gibi daha ağır isimler de bulunuyorda fakat yine "okumalık" kitap okuyasım geldi.

Fakat bu sefer, Şafak'taki kitapların tamamını taramış olmanın da verdiği bir özgüvenle, Akçakale ilçesindeki tüm kitapçıları gezip bölgenin genel bir tahlilini yapmak isteği doğdu içimde.

Asıl Olaya Geliyoruz..

Sözkonusu Akçakale'de "okumalık" kitap aradığım o malum günde(15.07.2019) günün sonunda mütemadiyen birkaç kitap aldım ve evin yolunu tuttum. Tabii ki bunlar, ilgi alanım olan siyaset-sosyoloji-psikoloji kitapları değildi. Akçakale mezrasında bu tarz kitapları bulabilmek gibi bir beklentim de yoktu açıkçası. Dediğim gibi, yaz tatilimi kolaylaştırıcı, bana yaz sıcaklarını unutturucu birkaç okumalık kitap olsundu, yeter.

Akçakale'nin Girişindeki Petrol Var Ya,

Hah işte oradan başladım dolanmaya. Teker teker tüm kitapçıları gezip hem bölgenin kitap alt yapısını tespit etmek hem de kendime okumalık kitaplar bulmak niyetindedim.

İşte maceram da böyle başladı. Şimdi sırasıyla Akçakale kitapçılarının hali pür melalini teker teker aktarmak istiyorum.

1.Vatan Kırtasiye: Kepenkler bile açılmamış..

Akçakale'nin girişindeki ilk kırtasiye olan Vatan'ın, hafta içinde bile kepenklerinin çekili olduğunu gördüm. Gaziantep'te olsa bu durumu yadırgar ve sahibini tembel olmakla itham ederdim.

Fakat meskun mahal Akçakale olunca içimden "ehleeenn gardaş(canın sağ olsun, eyvallah)" deyip yoluma devam ettim.


1. Çözüm Kırtasiye: Kepenkler açık ama dükkan kilitli.

"Namaza qittim 5 dakkaya döncem" zihniyeti.. Yani ben öyle olmasını ümit ettim. Mehmet Beyi tanırım, Çözümün sahibi. Birlikte çok iş yapmışlığımız oldu. Sözünün eri, çalışkan bir adamdır. Aslında burada "okumalık" 2-3 kitap bulacağımdan ümitliydim. Fakat dükkanın kilitli olduğunu görünce camekândan içeri Küçük Emrahvari buruk bir bakış savurup mek'anı terk eyledim.

3.Özgenç: Bulduk bulacağız..

Özgenç Şafak'tan sonra Akçakale'nin ikinci büyük kirtasiyesi. Allah'tan burası kilitli ya da kepenkler çekili degildi. Dükkandan girdim içeri.

Okumalık kitap var mıydı acaba diye sormadım tabii ki. "Romanların olduğu bölüm"e beni yönlendirmesini rica ettim genç çocuktan.

Gittim, gittim. Arkada genç bir küçük hanım karşıladı beni. Ona romanların olduğu bölümü aradığım sordum. Eliyle bana 20 cm genişliğinde bir raf gösterdi. Sadece bunlar var dedi. 20 cmlik bu alanda, inanın en fazla 20 kitap vardı. Hanım kızımız, kitap alacak müşterinin başında beklenmesinin anlamsız olduğunu bilmiyor. Kitapları teker teker inceleyeceğimi bilmiyor oluşundan, başımda bir süre bekledi. Ona, beni beklemesine gerek olmadığını, nazik bir dille ifade ettim. Gitmedi. Biraz baktım evirdim çevirdim kitapları. Teklifimi yineledim: "Burada beklemene gerek yok tatlim, ben yavaş yavaş bakarım."

İkinci denememde hanım kız, patronun verdiği başka işlere yönelip beni 20cmlik iktidar alanımda yalnız bıraktı. Ayrıntılara girmeyeceğim. Fakat o kadar isabetsiz kitaplar vardı ki. Bunları herhangi bir insan canlısının, hele de Akçakale'nin zaten okumayı sevmeyen gençlerinin alması fantastik bir hayal ürününden öteye geçemezdi inanın.

Türk Destanlarıyla ilgili bir kitap alıp mekandan ayrıldım.

4.Safak: "Me, The Lord Of The Presses!.."

Mahmut Abi'yi de tanırım ve aramız da iyidir açıkçası. Zaten Akçakale'de yaşayıp onunla iyi anlaşmayan memur hiç yoktur muhtemelen. Çünki muhterem Akçakale'nin gölge iktidarı gibi, devrik lideri, yer altı hükümdârı gibi. İlçede kuş uçsa, Sayın Belediye Başkanımız, Valimiz ve İlçe Milli Eğitim Müdürümüzden evvel kendisinin malumatı oluyor. İstihbarat ağının mükemmel oluşu kadar  geniş yürekli ve insan canlısı oluşu da onu ilçede önemli bir konuma getiriyor. Ona sorduğunuz herhangi bir sorunun cevabını er ya da geç muhakkak alıyorsunuz.

Kitabı Naptın Ruk, Bulabildin Mi "Okumalık"

Evet. Güzel kitaplar var burada. Kitaplar iki kategori olarak tasnif ediliyor. Şaşırmayın: Yeni gelenler ve eskiler olarak. Mesela, 30tl değerinde bir kitap sezon sonunda satılmamışsa, Girişteki Masa'ya transfer edilerek el ayak mesabesine düşüyor. Mesela Türk klasiklerini ve efsane olmuş Tasavvuf kitaplarını görmüştüm. Bunların burada ne işi var?! diye içerledim açıkcası. Zira orada olmayı hak etmeyen kitaplardı.

Toplamda 3 kitap aldım buradan (İskender Pala, Dede Korkut, Seymenler Çıkmazı).

Ardından son kitapçıya, hani umudum da hiç yoktu ya, varmak üzere Şafak'tan ayrıldım.

En son çıkarken Mahmut Abi'nin "ataya babaya rahmet" duaları yankılanıyordu kulağımda.

5.Ergün Kırtasiye: "Roman Var Mı Sizde?"

Bu muhterem bey babanın adını bilmiyorum. Fakat ne arasam, kırtasiye malzemelerini bile bulamıyorum burada. Bazenleri Akçakale'nin O böğürtlen Arab işi şarkılarını son ses açıp adrenalin kasıyor. 45-50 yaşlarında hayattan bezmiş bir ağabeyimizdir kendisi.

Yaşadığım ilk üç travma (Vatan, Çözüm ve Özgenç) den sonra Ergün'den de travmatik bir olay kaldıracak gücüm kalmamıştı. Direkt olarak kapıdan sordum, içeri girmedim. "Roman var mı sizde?"

Bey babam "Yok" deyince "Peki Hayırlı işler" deyip yoluma devam ettim.

Açıkçası bir fırsatını bulduğumda bu Bey Babamı yanıma oturtup iki kelime öğüt vermeyi ne çok isterdim. Böyle giderse dükkanı 6 ayda batacak farkında değil.

Gelen müşteri kapıdan gönderilir mi gözüm?!.. Hele bir sor ne tarz bir kitap arıyormuşum. Aradığım ürün sende olmayabilir, hele sen bir içeri davet et müşterini. Ürün yoksa bile Mahmut Abi gibi yol yordam göster. Gönüller kazanmaya bak. Yüzün turşu satmasın.

Aman.. Boşverin. Akçakale'de dizinin dibine oturtup öğüt verecek o kadar çok esnaf var ki. Hiçbiri çalışmayı sevmiyor.

Çalısmayı sevmeyen insanlardan, esnaf olsun memur olsun hatta amele olsun, hep nefret ediyorum. Bu gerizekkâlılarla 2023 hedeflerine çok varırız. Bekleyin.

Şimdi, 2023 vizyonu deyince, geliştirilebilecek sosyal politikalar ve teşvik modellerine girmeyeyim isterseniz. Bu arada sosyal politika işsize iş, evsize ev, aşsıza aş, hastaya yatak vermek değildir benim düşünceme göre.

Onları öyle bir motive etmelisiniz ki, bırakın iş istemeyi, kendi fabrikasını kurup kendi elemanını istihdam etsin. Bu ise korkuyla karışık sevgi ve aşkla olur ancak. Zamanında ilk okulda ücretli ögretmenlik yaparken nasıl korkuttuysam cocukları, ödev yapma oranı %90- %95 olurdu. 30 kişilik sınıfta 3 ya da 4 kişi ödev yapmazdı en fazla. İşte o ruhu, o motivasyonu ülke geneline yaymak lazım.

Taaamam.

Cok konuştum. Yeni yazılarımda görüşmek üzere inşallah.

Sevgi, saygı ve hürmetlerimi sunuyorum (Yazdıklarımı genelde 40 yaş üstü abilerim okuduğu icin hürmetler diyorum)

---
Hoşca kalınız,

Rukiye Eglence.


Tiki Karalarya taslağımı yemiş. Bu kitabı ölmez de sağ kalırsam muhakkak yazacağım.

Bu kitabı yazmadan olmeyeceğim evelallah.

Ps. Tabii ki bu müsveddeyi 8mha etmeyeceğim. Tiki'cimin canı sag olsun.


Bildiğim tek şey; hiçbir şey bilmediğimdir. Kaç kez agorada toplandık ve tanrısallık konusundaki ortak bakış açımızı tartıştık, ama yine de senin hakkında pek bir şey bilmiyorum. Mesela; her zaman kadın doğumcu muydun? Maddi zenginliğin ötesinde bir erdem gözetir misin? Kaç kardeşin var? Birçok şey ilgimi çekmez, yine de aşk sanatıyla ilgili bir şeyi anladığımı düşünüyorum: Aşk, karşındaki insanı bezdiresiye soru sormaktır. Devam edeyim mi?—Sokrates
Biz tanışmadan önce, bir mağaranın dibinde sıkışıp kalmıştım ve hiç çıkış yolu yoktu. Sonra sen bana ışık oldun ve beni karanlıktan kurtardın. Bir ara birlikte mağaradan çıkıp, aydınlığa kavuşmuş varlıklarımızı kucaklasak akşam yemeğinde, çok sevinirdim. Eğer bana katılmak istersen, ilk gün batımında kıymetli arkadaşım Diyojen harpını çalıyor olacak.—John Locke2
Bu mektubu okumayı bitirdiğinde, aslında bir benlik kavramı olmadığını anlamış olacaksın. “Sen” ya da “ben” yok. Bununla birlikte, deneyimlediğimiz bir çok duygu var. Mesela, ailemin Berwickshire’daki evinde tanıştığımız o gün, benim ateist olduğumu anladığında durmadan ağlaman, diş etlerimdeki rahatsızlığı görüp (iskorbüt) yüzüme tekrar bakmaya kendini zorladığın o zaman… Seni seviyorum ve bu anılar bizi biz yapıyor. Daha esprili de anlatabilirdim, ama bu şaka değil.
—David Hume3
Kıymetli Frank’ım, sana bir anda vurulmuştum. Sadece vizem doluyor diye değil, ayrıca bir Amerikalıya göre gerçekten hoş biri olduğun için. Objektivizm, mutluluğun yaşamın manevi amacı olduğunu iddia eder ve oldukça eminim ki seni objektivize etmek beni mutlu edecek. Kendi gayretinle yaşa, başarıya saygı duy, yatakta kendi tarafında kal… İhtiyacım olan her şey bu.—Ayn Rand
Canım Emilie du Chatelet, bir düşsün sen!
Umarım hoşlanıyorsun kendine güvensiz yıkıcı erkeklerden.
Bir şey varsa eğer sekülerlikten daha çok seveceğim,
O da o gündür seninle buluşup gezeceğim.
Fizik bilimi üstüne çalışmaların kalbimi zayıflatıyor;
“Principia Methematica” çevirinle nutkum tutuluyor.
Gel ateşin elementlerini keşfedelim,
Ve kim bilir daha neler yaşayacağız, öğrenelim!
Fransız hükümeti fikirlerimi bastırmaya çalışsa da,
Olacaksın sonsuza dek her düşüncemin odağında.
Bırak büyüleyici aklından bir şeyler öğreneyim,
Ve bırak bazen aklının ötesini göreyim.—Voltaire
İzin ver, birlikte olmamızın gerekçesini ortaya koyayım. Eğer Aristoteles bir erkekse ve tüm erkekler cinsel ilişkiden hoşlanıyorsa, Aristoteles’in de cinsel ilişkiden hoşlanacağına emin olabiliriz. Tamam, şu an ne düşündüğünü biliyorum; seni sadece bir eğlence aracı gibi görüyor olmamdan korkuyorsun. Ama, sonu mutluluk olduktan sonra ne önemi var. Akşam 9’da buluşuyoruz diyelim mi?—Aristoteles
4
Manayı arzularız ama henüz ona ulaşamadık. Ulaşmaya daha çok gayret etmek yerine, sana arka arkaya altı mektup yazmak zorunda kaldığım ve hiç cevap alamadığım bir dünyayı anlamaya çalıştığımız bir trajik varoluşu yaşamaya prangalıyız. Altı. Anlamadın mı? Seni arzuluyorum ve sana hala kavuşamadım. Bu absürtlüğe neden maruz kalıyorum? Söylediğim bir şeyden dolayı mı? Gerçekten, bana söyleyebilirsin. Evrendeki bu acımasız ve kayıtsız sessizliğe daha fazla dayanamayacağım. Mesela, sadece bir yanıt versen, bayağı iyi olurdu. Ya da, ne biliyor musun? Artık umursamıyorum. Benimle buluşma. Yakında öleceğim ne de olsa ve hayat mana olmadan daha iyi. Böylece asla hayal kırıklığına uğramam.—Albert Camus
Başkaları sana nasıl davrandıysa senin de onlara öyle davranmak gerekir. O yüzden, başıma gelmesini kesin olarak istemediğim bir şey varsa o da yeni bir hayal kırıklığı daha yaşamak. Aynı şekilde düşünmeye, aynı barlara gitmeye devam ederek merhametimizi nasıl artıralım? Değişimin zamanı geldi. Buluşmaların Altın Çağı bitmedi. Hayır, daha yeni başlıyor.—Konfüçyüs
5Sevilen olmak mı yoksa korkulan olmak mı? Korkulan olmayı her zaman tercih etmişimdir, ama seninle artık farklı hissediyorum. Tekrar güvenebilirmişim gibi geliyor, ama sen mesela, birine güvenebilir misin? Hile yapmak ve samimi gibi görünüp aldatmak, siyasi dünyada gerçekten işe yarar. Ama ben sana gerçekten samimi olmak istiyorum. İtiraflarıma Leonardo da Vinci ile bir zamanlar arkadaş olduğumu söyleyerek başlamama izin ver. Değişiyorum, en azından değişmeye söz veriyorum. Bak yeni yıl geldi, 1505. Yeni yıl, yeni ben!—Niccolò Machiavelli
6
Eski bir fotoğrafımıza bakıyorum, ama tam anlamıyorum. Bir bardayız ve bir şeylere dikkatle bakıyoruz, ne olduğunu hatırlayamıyorum. Elli altı olduğunu biliyorum. Gülümsüyorsun ve elinde bir bardak şarap tutuyorsun, bardak neredeyse boş. Elin hafifçe koluma dayanıyor. Normalde, tüm bu işaretleri bilirim. Şarap bizim simgemizdir ve elbette simgelediği umutsuz burjuva idealimizdir. İyi de, tüm bunların anlamı neydi? Bence iyi vakit geçiriyorduk ve sen beni sonra hiç aramadın. Neden? Neyin ters gittiğini, niye aramadığını anlamak için semiyotiğe başvurabilirdim. Açık ki, daha öğreneceğim çok şey var.
—Roland Barthes
Seni çocukluğumdan beri seviyorum. En sevdiğim hatıralarım arasında Trier sokaklarında oynamak ve siyasi liberalizmi birlikte gizlice okumak var. Her ikimizin de dünyanın işçileri olduğunu düşününce, belki de dedim, belki de buluşup bir bardak Krombacher içmeliyiz birlikte?—Karl Marx7
Sevgili Lou,
İşte evlenmemizin gerekliliği konusunda inandığım on sebep:
1. Sana iki kez teklif ettiğimi ve senin her seferinde reddettiğini biliyorum, ama üçüncü defanın çekiciliğini inkar edemem.2. Sen ilk kadın psikanalistsin ve buna çok saygı duyuyorum.3. Freud ile iyi anlaşıyorsun, diğer arkadaşlarımla da çok iyi anlaşacağına eminim.4. Kadınların erotik doğaları ve cinsel farklılığın ekonomiden daha derin bir şekilde nasıl çalıştığına dair yazıları seviyorsun. Ben de çok ilgiliyim ve erotik olan her şeyden haz alırım.5. İkimiz de büyük birer Ibsen hayranıyız.6. Her zaman güzel kokuyorsun.7. Çocuksu merakını ve pütürlü cildini seviyorum.8. İkimiz de aklı eleştirmek ve nesnel gerçeği reddetmek için bir tutku paylaşıyoruz.9. Yalnızım.
—Friedrich Nietzsche
8
Julia Edelman’ın Love Voltaire Us Apart: A Philosopher’s Guide to Relationships adlı kitabından.
Yazar: Julia Edelman 
Çevirmen: Kaan Erdemir
İllustrasyonlar: Hallie Bateman
Kaynak: The New Yorker

 




Yine Gözbebeğim Sevgilim'den bahsedeceğim.


Son 3 yılda yaşadıklarımıza bakıyorum. Tamam mağdur psikolojisinde oynuyorum ama dönüp baktığımda gerçekten iddialı laflar etmiş olduğumu görüyorum Canım Sevgilim'e..

Her ne kadar kritik zamanlarda konuşmuşsakda, kelimenin tam anlamıyla lafı böyle "cuk.." oturtmuşuz.. Anahtar-kilit münasebetinde kelamlar etmiş, isabet ettirmişiz..

Remsen bir şeyleri aşılamış, şekil aldırmışız Gözbebeğimle birbirimize..


İşte bu yazımda kanun hükmünde kararname statüsünde ferman niteliği taşıyan, bu az ama öz ifadeleri sıralayacağım.


"İkimizin hayatını da etkileyecek yanlış bir karar verme sakın."


"Yıllar sonra anlayacaksın. Ben o zamana kadar sabırla beklerim."


"Seni ömrümün sonuna kadar bekleyeceğim." (dedim yüzüne. Bu çok bilinen bir masaldır. Ama ben yalan söylemedim. Ve kendisi bilir yalan söylemediğimi. Daha önce ne dediysem yaptım çünkü. Kendisi şahit oldu defalarca.)


"Seni Seviyorum."  (dedim yüzüne. Ama ne zaman, bana linkedin engelini bastığını gördüğüm anda. Sinirlenmedim. Trip atmadım veya intikam almayı düşünmedim. Sadece onu gerçekten sevdiğimi bilmesini, ve bunun benim için hayati bir anlam taşıdığını bilmesini sağlamayı denedim. Anlamış mıdır, bunu da zaman gösterecek.)



"Sosyal medyadan takip ettiğin sayfalarda CIA bağlantılı hesaplar var." (dedim blogumdan. Ama o bunu gördü. Sonra kimin ne paylaştığına karşı daha dikkatli davranmaya başladı. Doğrusunu isterseniz başımıza ne geldiyse hep bu yüzdendi. Alenen çomak sokuyorlar ve hâlâ.. Ve hep sokacaklar belki biz ölene kadar. O yüzden daima tetikte olmalıyız. Su uyur duşman uyumaz. Pardon düşman uyur sû uyumaz. Nihah!..)




"Sen böyle güzelken ben kendime engel olabilir miyim bilmiyorum." (dedim yüzüne. Gerçekten maşallah çok güzeldir benim Sevgilim. Ben 10 sene bu kadar güzel bir aile çocuğunun bana bakmayacağı umutsuzluğuyla kendimi durdurdum. Ufak bir ışık yaktı gönlüme, sonra bir daha vazgeçemedim.. Bir kez aşık olduktan sonra defalarca posta koymasına rağmen vazgeçemedim ben bu Nur topağından ya düşünebiliyor musunuz?) (B. Sana bakmaz diye kendime engel oluyordum. 10 sene be, düşünün bir..)





Devamı gelecek..