Aşağıdaki şiiri bir İngiliz Eğitmeni, öğrencilerine İngilizce telaffuzu öğretebilmek adına yazmıştır.

Şiiri okumayı denediğinizde, doğru şekilde okumanın gerçekten zor olduğunu sizler de fark edeceksiniz :)

Kaynak: Ekşi Şeyler

--

Gerard Nolst Trenité - The Chaos (1920)

dearest creature in creation,
study english pronunciation.
i will teach you in my verse
sounds like corpse, corps, horse, and worse.
i will keep you, suzy, busy,
make your head with heat grow dizzy.
tear in eye, your dress will tear.
so shall i! oh hear my prayer.
just compare heart, beard, and heard,
dies and diet, lord and word,
sword and sward, retain and britain.
(mind the latter, how it’s written.)
now i surely will not plague you
with such words as plaque and ague.
but be careful how you speak:
say break and steak, but bleak and streak;
cloven, oven, how and low,
script, receipt, show, poem, and toe.
hear me say, devoid of trickery,
daughter, laughter, and terpsichore,
typhoid, measles, topsails, aisles,
exiles, similes, and reviles;
scholar, vicar, and cigar,
solar, mica, war and far;
one, anemone, balmoral,
kitchen, lichen, laundry, laurel;
gertrude, german, wind and mind,
scene, melpomene, mankind.
billet does not rhyme with ballet,
bouquet, wallet, mallet, chalet.
blood and flood are not like food,
nor is mould like should and would.
viscous, viscount, load and broad,
toward, to forward, to reward.
and your pronunciation’s ok
when you correctly say croquet,
rounded, wounded, grieve and sieve,
friend and fiend, alive and live.
ivy, privy, famous; clamour
and enamour rhyme with hammer.
river, rival, tomb, bomb, comb,
doll and roll and some and home.
stranger does not rhyme with anger,
neither does devour with clangour.
souls but foul, haunt but aunt,
font, front, wont, want, grand, and grant,
shoes, goes, does. now first say finger,
and then singer, ginger, linger,
real, zeal, mauve, gauze, gouge and gauge,
marriage, foliage, mirage, and age.
query does not rhyme with very,
nor does fury sound like bury.
dost, lost, post and doth, cloth, loth.
job, nob, bosom, transom, oath.
though the differences seem little,
we say actual but victual.
refer does not rhyme with deafer.
foeffer does, and zephyr, heifer.
mint, pint, senate and sedate;
dull, bull, and george ate late.
scenic, arabic, pacific,
science, conscience, scientific.
liberty, library, heave and heaven,
rachel, ache, moustache, eleven.
we say hallowed, but allowed,
people, leopard, towed, but vowed.
mark the differences, moreover,
between mover, cover, clover;
leeches, breeches, wise, precise,
chalice, but police and lice;
camel, constable, unstable,
principle, disciple, label.
petal, panel, and canal,
wait, surprise, plait, promise, pal.
worm and storm, chaise, chaos, chair,
senator, spectator, mayor.
tour, but our and succour, four.
gas, alas, and arkansas.
sea, idea, korea, area,
psalm, maria, but malaria.
youth, south, southern, cleanse and clean.
doctrine, turpentine, marine.
compare alien with ıtalian,
dandelion and battalion.
sally with ally, yea, ye,
eye, i, ay, aye, whey, and key.
say aver, but ever, fever,
neither, leisure, skein, deceiver.
heron, granary, canary.
crevice and device and aerie.
face, but preface, not efface.
phlegm, phlegmatic, ass, glass, bass.
large, but target, gin, give, verging,
ought, out, joust and scour, scourging.
ear, but earn and wear and tear
do not rhyme with here but ere.
seven is right, but so is even,
hyphen, roughen, nephew stephen,
monkey, donkey, turk and jerk,
ask, grasp, wasp, and cork and work.
pronunciation (think of psyche!)
is a paling stout and spikey?
won’t it make you lose your wits,
writing groats and saying grits?
it’s a dark abyss or tunnel:
strewn with stones, stowed, solace, gunwale,
islington and ısle of wight,
housewife, verdict and indict.
finally, which rhymes with enough,
though, through, plough, or dough, or cough?
hiccough has the sound of cup.
my advice is to give up!!!



Teknofest İnsanlık Yararına Teknolojiler Yarışması

Merhaba, bu yazımda sizlere Teknofest 2019 Yarışma ve Festivali 'nden kısaca bahsedeceğim. Teknofest'in düzenlediği yarışmadan Pekmezli Lisesi'ndeki bir öğretmen arkadaşım aracılığıyla haberim oldu.

Öğretmen arkadaşım, bilişimci olmam hasebiyle, okulumuzun da bu yarışmaya katılıp katılamayacağını, yarışmanın hangi kategorilerde düzenlendiğini soruyordu. Zira Tübitak'ın düzenlemiş olduğu iki farklı proje geliştirme yarışmasına katılmıştık. Kazanamasak da bu minik projeler, çocuklar için müthiş bir motivasyon kaynağı olmuştu ve bir nebze vizyonlarının gelişmesine katkı sağlamıştı.

Dolayısıyla, Teknofest'in katılım şartlarını ve konu kapsamını hemen araştırmaya başladım.

Yarışmacılar; otonom sistemler, İHA(insansız hava aracı), yapay zeka, roket gibi kategorilerde yapmış olduğu çalışmaları 20 Şubat 2019'a kadar Teknofest'in resmi web sitesinden başvuru yaparak gönderebilecekler.

Keza Teknofest projelerin asıl amacının Sağlık, Eğitim, Çevre, Ulaşım gibi toplum yararını gözeten çalışmalar olması gerektiği belirtiliyordu ilgili sitelerde.

***

Tüm bu ön bilgiler ışığında Teknofest'in resmi web sitesine girip "Nedir, nasıldır?" diye bir araştırdığımda, sitenin oldukça kapsamlı ve uzay&havacılık teknolojilerine dair akla gelebilecek tüm kulvarların alt alta sıralanmış olduğunu gördüm. Ne var ki, talep yoğunluğundan ve aşırı "tık" alması sebebiyle, site sunucularında bir kasılma olmuş olacak ki, dün birkaç defa denememe rağmen siteye giriş yapamadım.

Geçen seneki Teknoloji Festivaline oldukça yoğun bir ilgi vardı. İstatistikler geçen sene(2018) 2 günde 250 bin ziyaretçinin festivali gezdiğini belirtiyor. Tahminler, bu sene de yarışmanın tamamlanıp ödül kazanan projelerin belirlenmesiyle gerçekleştirilmesi beklenen festivalin, geçen senekinden yoğun olacağı yönünde.

***

Teknofest'in ana hatlarını bu şekilde özetleyebiliriz arkadaşlar. Gelişmeleri ve ortaya çıkacak ürünleri bizler de merakla takip ediyoruz. Süreç içerisinde yine makalelerimle sizleri bu muazzam yarışma ve festivalden haberdar etmeye devam edeceğim.

İlgilenenler için site bağlantısı aşağıdadır.

https://www.teknofestistanbul.org/

Yeni yazılarda görüşmek üzere,

Saygılarımla,

Rukiye EĞLENCE






Pamuk Toplayan Ellerin Robotlara Dokunuşu

Merhaba,

Bu yazımda sizlere Şanlıurfa Akçakale'de 15.02.2019 tarihinde gerçekleştirilmiş olan "Pamuk Toplayan Ellerden Robot Yapan Ellere" adlı organizasyondan biraz bahsedeceğim. Sizler için bir sakıncası yoksa tabi :)

Organizasyona ev sahipliği yapan ve robotların tasarımında bizatihi öğrencilerin başında bulunup onları teşvik eden kuruluş, Akçakale Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi. Liseden ilgili öğretmen ve idarecilerin re'sen düzenlemiş olduğu organizasyona, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü'nden 5 arkadaş katıldık.

Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Gençlik Projeleri Destek Programı sponsur kuruluşlar olarak çıktı karşımıza. Konuştuğum rehber arkadaş bütçelendirmenin hem idareli hem verimli kullanılması için çok özen gösterdiklerini ifade ediyor. Dikkatimi çeken nokta ise rehber arkadaşın şu açıklaması oldu:

"Amacımız mükemmel projeler ortaya çıkarmaktan çok tüm öğrencilerin malzemeleri kullanıp uygulama yapabilmesine dönük bir politika izlemek oldu. Bu süreçte de malzemelerin büyük kısmı daha öğrenme aşamasında zayi oldu."

Bu taktir edilesi bir eğitimci tutumu idi. Zira eğitim felsefesine göre "Her çocuk özeldir" anlayışı yatar ve her biri eğitilmeyi, desteği hak eder.

***

Okula girdiğimizde konukları sıkmayan kısa bir açıklama ve yarışma sonucunda ilk üçe giren gruplara hediyelerinin takdimi gerçekleşti.

Üçüncü olan gruba hediyelerini Şube Müdürümüz Sayın Ömer Baytar verdi. İkinciye Şube Müdürümüz Sayın Halil Tekyıldız ve Birinci olan gruba Akçakale Kaymakamı Sayın Hamza Özer hediyelerini takdim buyurdular.

***

Kızlarımızın Büyük Fedakarlığı

 Okul Müdürü tanıtıcı konuşmasında kızlarımızın proje süresince gösterdiği özveri ve çabadan bahsetti. Özellikle ödülü hak eden 12 öğrencinin her cumartesi pazar 08.00-17.00 arası gelip atölyede çalışmalar yaptığını, bunu yanında DYK(TYT öğrencilerinin katıldığı kurstur) kursları ve okul derslerini de ihmal etmediklerini anlattı.

Kısacası çok yorulmuş, emek vermiş ve emeklerinin karşılığını fazlasıyla almışlardı. Bu vesile ile, bu yazımla bu istekli kızlarımızın sesini duyurmalarında üzerime düşen görevi yapmış olmak arzusundayım. Zira, daha fazla maddi-manevi desteği sonuna kadar hak ediyorlar.

Sergiyi Geziyoruz...

Konuşma ve hediyelerin takdiminden sonra üst katta öğretmen ve öğrencilerin beğenisine sunulan sergiyi görme fırsatımız oldu.

İlk gruptan başladık sırasıyla gezmeye. Birinci gruptaki proje; çamaşır, bulaşık makinesi gibi ev işlerimizde sık kullandığımız makinelerin bilgisayar bağlantısıyla uzaktan kontrol edilebilmesi amacını taşıyordu.

Bir başka projede makinaya yaklaştırılan cisimle aradaki mesafe ölçülüp display(görüntüleme) cihazında mesafenin metre cinsinden değeri görüntüleniyordu. Yani bir çeşit sensörlü uzaklık algılama cihazı tasarlamışlardı.

Bir sonraki masada 4 farklı analog değerin dijital olarak algılanmasına imkan tanıyan ses sensörlü, hareket sensörlü ve ısı sensörlü cihazlar karşımıza çıktı. Öğretmen arkadaşım ses sensörünün sorunsuz çalıştığını görünce kızları zorlayan bir soru yöneltti onlara: "Farklı sesleri de algılayabiliyor mu? Mesela ben değil bir başka arkadaş bu cihazı kullansa bizlerin farklı kişiler olduğunu tespit edebilir mi?"

Kızlar tasarladıkları cihazın şu an için bunu yapamayacağını, ancak biraz da geliştirilmesi halinde bu özelliğin cihaza eklenebileceğini söyledi.

İncelediğimiz Ses Algılama Cihazı'nın bir diğer fonksiyonu konuştuğumuzda havaya yayılan ses dalgalarını bilgisayar ortamında sinüsoidal dalgalara çevirebiliyor olmasıdır. Bir nevi genişletilmiş equalizer formu düşünün.

***

Gezimiz devam ederken bir diğer masada Nabız Ölçüm Cihazıyla karşılaştık. İşaret parmağınızı nabız sensörüne dokundurduğunuzda yine bilgisayar ortamında nabız dalgalarınızı gözlemleyebiliyordunuz.

Gerçekten harikaydı.

Sergi ilerledikçe robotların işlem kapasiteleri de artıyordu. İlk üç masadan sonra artık motorlu cihazlara geçtik. Genelde motor devrelerini kullanan cihazlar, araba veya mini-robot şeklinde karşımıza çıkıyordu.

Siyah platform üzerinde beyaz hattı takip eden bir araba vardı mesela. Siz sadece arabanın uzaktan kumandasında "on/off- açma/kapama" tuşuna basıyordunuz. Bundan sonra araba, sağa sola kıvrımları bulunan karmaşık beyaz bir yol üzerinde kendi kendine ilerliyordu. Bu sefer zorlayıcı soru benden geldi öğrenciye: "Arabanızda hız ayarı yapabileceğiniz bir sistem mevcut mu?"




Hayır cevabını verdi projenin sahibi öğrenci. Naif bir teşvikle "Biraz araştırma ve çaba ile bunun ileri yapabileceklerini" hatırlattım kendilerine.

Onlara siyah-beyaz renklerde tasarladıkları araba platformunda farklı renkler de kullanabileceklerini söyledim. Düşünsenize, her farklı renkte farklı bir fonksiyonu gerçekleştiren çok boyutlu bir araba. Bence harika olurdu!..


***

Bir robotumuz vardı. Bildiğiniz robot. Micheal Jackson dansı yapabiliyordu. Kodlarla dairesel ayak hareketini, Jackson'vari mini zıplama ve ileri geri gitme hareketlerini gerçekleştirebiliyordu. Gerçekten çok beğenmiştik bu mini robotumuzu ve tüm diğer çalışmaları!..

Sergideki cihazlardan birinin pilinin bittiğini duyduk. Üzüldük vesselam. Yine de öğrenciden projenin hangi amaca yönelik tasarlandığını ve ne yaptığını anlatmasını istedik. Motor entegreli bu cihaz, önüne engel çıktığında duruyor ve engel kalktığında tekrar yoluna devam ediyormuş. Samimi bir aferinle sergiyi gezmeye devam ettik.


***

Arduino programıyla hazırlanan projelerden bir kısmında Arduino İşlemci kullanılıyordu. Diğer bir kısmı da bir kablo aracılığı ile bilgisayara bağlanması halinde kodları bilgisayardan otomatik çekiyordu. Gerçi bu anlattığım işin teknik kısmı. Benimse vurgulamaya çalıştığım, projeleri hazırlayan gençlerin ne kadar gelişime açık olduğu ve gıyabında teşvik programları ile desteklenmesi gerektiğidir.

Bu anlamda biz öğretmenler olarak üzerimize düşen çok iş var. Maddi kaynak, teorik alt yapı, uygulama ve pratik yapma imkanı, uygun ortamın ve ekipmanın temini gibi birçok husus var üstesinden gelmemiz gereken.



***

Son iki proje iş makinalarının minik iki simülasyonu olarak çıkıyordu karşımıza. Kızlardan birine bu cihazı nerelerde kullanabileceğimizi sordum? "Dört ana ve ara yönlere hareket kabiliyeti olduğundan kargo şirketleri ve taşıma hizmetinde kullanılabilir." diyerek yanıtladı sorumu.

Son projenin başına ise talihsiz bir olay gelmiş!.. Sergi başlamadan evvel fiziksel bir darbe olan cihazın kablolarından biri kopmuş. Projeyi geliştiren kızlara teskin edici birkaç küçük beyandan sonra artık sergi gezimizi tamamlamış olduk.

Her biri tek kelimeyle harika ve yaratıcı fikirler ışığında tasarlanmış idiler. Onları beğenmemek, emeği geçenleri taktir etmemek gerçekten büyük kabalık olurdu doğrusu!..

***
Sergi süresince değindiğimiz konulardan biri de projelerin patentleri olup olmadığı konusu idi. Kızlara projelerine isim verip vermediklerini sordum. Ne yazık kı bu orijinal fikirlerin hiçbiri bir isme sahip değildi. Onlara "Bu projenizin ismi nedir?" diye sorduğumda bana cihazlarının ne yaptığını söylüyorlardı. Oysa benim istediğim daha orijinal bir isim söylemeleri idi. RoboNab, SesDuyar, OtoMotor benzeri bir isim verip vermediklerini merak ediyordum projelerine.

Onlara Patent kavramından biraz bahsettim ve bunun neden önemli olduğunu anlattım. Bir de söz aldım kendilerinden: Projelerini "Çok şükür bitirdik!.." diyerek bırakmayacaklar, gelişime, öğrenmeye ve araştırmaya devam edeceklerdi. Zira önlerinde up-uzun engin denizler ve muazzam bir teknoloji evreni vardı. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için çalışmalı, çok çalışmalılardı.

Güzel dileklerimizle sergiden ayrıldık. Yolda tahmin edebileceğiniz üzere, ArGe faaliyetleri adına neler yapabileceğimizin konusu geçiyordu aramızda.


***

Akçakale Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nin, Gençlik Projeleri Destekleme Programı'nın katkılarıyla gerçekleştirdiği bu muazzam organizasyon hakkında söylenecek çok söz var şüphesiz. Ancak okuyucları da sıkmamak adına yazımı burada sonlandırıyorum.

Umarım faydalı bir yazı olmuştur sizler için.

Saygılarımla.

Rukiye Eğlence | 17.02.2019 - Akçakale/ŞANLIURFA















Narse ve Nassa'da adı geçen bu iki yüce gücün gerçek hayatta kimler olduğunu tartışmış hürmetli büyüklerim. Bu vesileyle hikayenin konusu ve olay örüntüsünü kısaca anlatmak istiyorum.

Şöyle ki, "Narse ve Nassa" da kişilerden değil, olguların temsilinden bahsettiğimi belirtmiştim. Ama yine de bu üç temsil, reel kişilere hapsediliyor. Bu gerçekten üzücü. Millet olarak ne kadar dar kalıplara bağımlı kaldığımızın bir sirayeti.

Şudur...

Tih: insanoğlunun zaaflarını, boş ve değişime yatkın dimağını temsil ediyor.

 "Narse&Nassa"nın Muhtevası

Narse: nefis hocam ya. bildiğiniz nefsin fısıltıları, insanı kötüye batağa sürükleyen her şey: sigara içki kumar karı kız..

Nassa:toplum gerçeği. yani medeniyet. gelişim. Kültür, sanat ilim ve fen.

Fakat şöyle bir ayrıntı var:

Narse de en az Nassa kadar zeki, akıllı ve uyanık. Bu yüzden savaşları çok acımasız ve yıkıcı oluyor.

Hemen kitabın sonunu da söyleyeyim.

Şöyle bitirmeyi düşünüyorum: Bu yarışı Nassa'nın kazanmasını çok isterdim. Medeniyetin, kültür ve bilimin. İnsanlığın kazanmasını. Kısmet olursa hikayeyi yazdığımda da Nassa'ya açık bir sempati beslediğimi de görebileceksiniz. Çünkü seviyorum. İlmi, öğrenmeyi.. Bunlar az şey mi?..

Ancak kitabın sonunda Tih, Narse'yi seçiyor ve Narse tarafından acımasızca öldürülüyor. (Günahları yüzünden cehenneme giden kulun durumunu hatırlayın).

Budur.

İstirham ederim.

Saygılarımla,

Rukiye Eğlence



Narse ve Nassa, Tih'e aşık olmuş genç ve yakışıklı, varlık ve itibar sahibi iki delikanlı kişidir.

Narse Tih'e daha yakındır ve çocuklukları birlikte geçmiş. Tabiri caizse Tih'in attığı her adımı, sinesinin özünü, soluduğu havaya kadar onunla ilgili her ayrıntıyı biliyor.

***

İşte böyle bir zeminde, aradan zaman geçer ve Tih'le Narse'nin yaşadığı köyle çok uzaklardan bir grup insan gelir. Yabancı bir kafile. Yeni bir topluluk, aşiret. Yeni bir kabile, klan, artık ne derseniz.

İşte bu kabilenin yakışıklı delikanlı genci, akıllıdır da, eli işe yatar. Kabilenin begenilenidir; Nassa. Tutup Tih'e aşık olmasın mı?

Olaylar gelişir ve Narse ve Nassa'nın Tih'i elde etme adına müdacelesi zamanla fantastik, mistik, efsanevi bir hal alır.

İşte bu hikayede, Narse ve Nassa Tih(Tin:İnsan ruhu)'nu ele geçirmeye çalışan iki metaforik olguyu temsil etmektedir.

Üstünkörü yazıyorum, aslında bu hikayeyi yazıya dökmek uzun zamandır aklımdaydı.

Benim için önemli bir kesit. Önemli temsillere sahip.

***

Bu aralar biraz boşluğum var arkadaşlar. Bu vesile ile Narse ve Nassa'nın Ezeli Mücadelesini anlatmak istedim. "Nassa sonradan geliyor nasıl ezeli olur" diye düşünmeyin. Zira burada Narse de Nassa da insanoğlu'nun var olduğu ilk günden itibaren insanlık tarihini esir almış iki yüce güçten dem vuruyor.

Umarım ileride hikayeyi etraflıca anlatma imkanı bulabilirim.

***

PS: Fatma Barbarosoğlu Ablama buradan selam ediyorum. Hikayelerimden ilham alıp sağda solda bir şeyler karaladığını görürsem söz hiç kızmayacağım kendisine. Kendisi anlamıştır ne demek istediğimi.

Saygılarımla.

Rukiye Eğlence






"Kendime Yalvartmadan Seni, Hayatta Bırakmam!.."

Aslında bu konulara vakıf değilim. Fakat eski yazılarımda da belirtmiştim. Psikolojiye de en az sosyoloji kadar ilgim ve bu konuda üç beş malzeme okumuşluğum var; makaleler, kitap ve saire.

Tanıdığım yaşayan ve hayatını kaybetmiş muhtelif psikologlar, psikiyatristler...

Herneyse...

 Bu yazımda aslında tripmanyak yalvartmatik ve örtük saplantılı birtakım kızlardan bahsedeceğim. Ve bunun sebeblerinin neler olabileceğini birlikte anlamaya çalışacağız.
 
Nedime'nin Sorusunu Bilebilene Aşk Olsun!.. 

Nedime benim bir öğrencim. Kimliği anlaşılmasın diye mümkün olduğunca farklılaştırılmış bilgiler sunacağım. Sadece davranışına odaklanıyor ve anlamaya çalışıyoruz şu an.

Nedime, iltifat almaktan, beğenilmekten ve insanların acizâne davetlerine lûtfetmekten haz duyan bir kız. Henüz daha çok genç ve hayattan öğreneceği çok şey var. Bir olayını anlattı bana. (Evet bunun masumane bir şakalaşma(!) olduğundan kasıtla bana bütün saydamlığıyla anlattı.)

Bir başka bir öğrenci kendisine ABC hakkında, basit bir soru sormuş. Cevabı önemsiz ve soran kişinin hayatında esasında hiçbir oluru değiştirmeyecek. Dolu bir bardak suya bir damla musluk suyu eklediğinizi varsayın. İşte o hesap bizim Nedime'nin cevabı.

İşin trajikomik tarafı bu cevabı vermek için muhatabını günlerce bekletmiş. Soran gitmiş gelmiş, gitmiş gelmiş cevap yok.

Sorucu(Yalvaran) Özne, yeterince yalvarıp Nedime'ye kâfi surette haz temin ettikten sonra Hanım Kızımız Soran'ın sorusunu yanıtlamış.

Bir başka örnekle bu yazının kastını ve evrenin tipolojik örneklemini daha net anlayabileceksiniz.

Sağ Baştan Say!..

Yine bir soru-cevap örneği. Soran kişiyi cevaplamayıp,  onun nasıl kıvrandığını gören bir "Efendi" ve ona itaat etmekle mükellef aciz  "Köle"si...

Sorucu sorusunun cevabını alabilmek için neredeyse tüm seçenekleri art arda sıralamak zorunda. Fakat bu sinir bozucu. Bilirsiniz bizden her biri merak açlığından mülhem, sorularının hemen yanıt bulmasını arzu eder. Merak hastalıklı bir histir. Doyurulmak ister. Bir nevi zaaf'tır da.

Eğer yazımızda belirttiğimiz kişiler gibi sizin bu zaafınızı sömürmek suretiyle kendi zaaflarını tatmin etme becerisini yakalamış kimselerden birine rast gelirseniz merak hissinizi doyurmak adına, ki bu o an için bir yoksunluktur, doyurulmak ister, yandınız demektir.

Budur, bahsetmek istediğim kişilik örüntüsü. Bu yazıda bu tipolojiyi anlatmaya çalışıyorum.

İyi De Neden Olabilir?

Şimdi dilerseniz bu kimselerin neden böyle bir yalvartma edimine ihtiyaç duyduklarını anlamaya çalışalım. (Şahsımın bir psikolog değil; psikolojiye ilgi duyan bir sosyolog olduğunu tekrar hatırlatarak, teknik hatalarımın bağışlanmasını diliyorum).

Bakın bu kimseler(kız ya da erkek hiç fark etmez) sadece cevap vermez, bunu bir güç kazanımı, üstünlük olarak değerlendirir.

Alfred Adler'ın doktrinleriyle konuşacak olursak, insan psikolojisi bir aşağılık-üstünlük diyalektikasında gezinir durur.

Bunlardan kendini üstün hisseden kimseler, genelde benlik bütünlüğüne ermiş tipte çıkarlar karşımıza. Üstün(güçlü, yetkin) olduklarını düşündüklerinden birtakım çabalarla bertaraf etmeye çalıştıkları bir benlikleri bulunmaz.

Fakat kendi benliğini aşağılık/yetersizlik/zayıflık olarak gören kimseler işte yukarıda belirttiğimiz iki örnekte olduğu gibi küçük insan ilişkileri hileleri ile, muhataplarını kendilerine yalvartmak yoluyla, bu aşağı taraflarını güçlendirebileceklerini düşünürler.

Evet, bu çoğumuzun aşağılık sendromu dediği durumdan başka bir şey değildir. Bendeniz sadece bu aşağılık sendromunu kapatmaya yönelik çalışmaların birini derinlemesine analiz yoluna gittim.

Aşağılık Sendromunda Ailesel Etkiler

Psikolojide kişiliğin oluşmasında üç büyük psikoloji doktoru - üçü de birbiriyle çatışık haldedir :) - da ailenin etkisini yadsımaz. Çocuklukta yaşananların kişiliğin etkisi üzerine uzun uzun konuşurlar.

Bu üç büyük psikoloji devi, Freud, Eric Ericson ve Alfred Adler'dir (bana göre). (Daha sonradan bu silsileye Lacan, Carl Gustave Jung, Le Bohn, Erich Fromm, Wundt gibi doktorları da eklerler)

Yani ailede yaşanmışlıklar, ya da yaşanamamışlıklar, bu üstünlük-aşağılık duygudurumlarına ön ayak olmaktadır.

Sözgelimi ailesinde üstün, yeterli ve güçlü hissettirilen ve bunu destekleyici yaptırım/edimlerle büyüyen, gerçekten üstün ve yeterli olduğuna inanan birey, ilerleyen yaşlarında daha sağlıklı ilişkiler gerçekleştirmekte ve benlik bütünlüğüne, keza kendi var oluşunu gerçekleştirmeye yatkın olacaktır.

Fakat aşağılık durumunu içselleştirmiş çocuklar büyüdüğünde , nereye giderse gitsin, hangi sosyo-ekonomik koşulda bulunuyorsa bulunsun, zihinlerinde tek bir soru olacaktır: "Ben ne yaparsam aşağı/aşağılanmış bir birey olmadığımı kanıtlamış olurum?.."

Adler'ın aşağılık hissiyatını tatmin etme diye teorize ettiği bu kavramı Freud anal dönemle ilgili saplantılı psikozlar şeklinde anlatır. Ericson da bu konuda Freud'dan farklı düşünmez. Yalnızca sorunun çözümünde Freud'dan farklı teknikler öne sürer.

Peki, Nasıl Aşılır?

Tam da bu noktada, yine farklı bir kavramdan bahsetmem gerekiyor: benlik algısı ve ideal benlik.

Benlik algısı; ben nasıl biriyim sorusunun samimi bir cevabıdır. Bu cevaplar kişinin kendini gerçekleştirme düzeyine göre olumlu ya da olumsuz olabilir. Fakat altını çiziyorum, kişi burada "ben nasılım" sorusuna gayet net cevaplar verebilecek düzeydedir.

İdeal Benlik ise, hedeflerimiz, arzu ve isteklerimiz, hayallerimizle şekillendirdiğimiz benlik-ötesi bir metafordur. Her insanın bir ideal ben'i vardır. Zira hayatta ve yaşıyor olmanın kaçınılmaz bir kuralıdır bireylerin idealize benliklere iştiyak halinde olmaları.

Bakın yukarıda basettiğim aşağılık sendromunun çözümü için öncelikle, bu kişilerin benlik algılarını ve ideal benliklerini onlara bildirmemiz gereklidir.

Yani "Sen aslında böyle böyle bir bireysin ve hissettiğin aşağılık sendromundan kurtulmak adına bu tarz yalvartma psikozlarını deneyimlemek yerine daha yapıcı çözümlerle, gerçekten kendini üstün hissedebileceğin uğraşlara, etkinlik alanlarına yönelmelisin." tarzında telkinlerde bulunmamız gerekir bu kimseye.

Mümkün olduğunca sade anlatmaya çalışıyorum. Yani aşağılık sendromunun çözümü akut krizlerin anlık çözümlerinden daha çok, uzun soluklu ve çok boyutlu uğraşlarla mümkün olabilecektir. Ve kesinlikle kişinin hemen kendinden soyutlayabileceği bir durum değildir.

Birey başardığını, sorunların üstesinden geldiğini gördükçe kendine olan inancı artacak ve bu tarz "yalvartma"larla aşağılık sendromunu bastırma arayışlarından vazgeçecektir.

***

Günlük hayatta sık karşılaşılan bir güç-acziyet çift boyutlusunu psikolojik bulgular zemininde anlatmaya çalıştım arkadaşlar. Umarım sizler için faydalı olmuştur.

Güzel yazılarda görüşmek dileğiyle,

Sevgiler..

Rukiye Eglence