Merhaba, bugün sizlere toplumun birçok farklı kesimlerince maruz kalınan, bir çaresizlik, sıkışmışlık, kapana kısılmışlık halinden bahsedeceğim:

Hoşlanma - Sorumluluk Çatşması.

Psikoloji okuyanlar bilir. Çatışma türleri vardır. 3 tanedir:

1. yaklaşma-yaklaşma
2.yaklaşma-uzaklaşma
3.uzaklaşma-uzaklaşma

1. Tipte, iki farklı metaya aynı anda ilgi duyduğunuzdan bir kararsızlık yaşarsınız ve bu durum sizi psikolojik bir çatışmaya sürükler.

2. Tipte, bir metaya ilgi duyar fakat onunla ilişkili farklı bir ya da birden fazla parametrenin engellemesine maruz kalır ve ne yapacağınızı bilmezsiniz. (Örn; bu yaz hem Amerika'daki dostlarınızı ziyarete gitmek istersiniz hem ailenizin tepkisinden çekinir ve bu kararınızı ertelersiniz. Buna bir çeşit "ne yapacağını bilememe" durumu da diyebiliriz.)

3. Tipte, genelde iki antipatik/kaygı verici durumla aynı anda yüzleşmemiz halinde yaşadığımız çatışmadır. İki şeyin olmasını istemezsiniz fakat ikisinden birini seçmek zorundasınızdır. (Aile baskısıyla evliliğe zorlanan genç bir erkek düşünün. Evleneceği kız da oldukça çelimsiz olsun. Ya ailenizin kafa ütülemesine direnmek zroundasınızdır, ya o "çelimsiz"le evlenmek zorunda..)

Benim bu yazıda bahsedeceğim 2.tipe dahildir. Ancak ona özel bir isim kondurup teorize etmemin bir nedeni var.

De hele neymiş bu neden?

Genellikle genç çiftler arasında görülüyor. Partnerlerini severler, derin bir tutkuyla bağlıdırlar birbirlerine. Ancak gayri ihtiyarı taraflardan birinin kendini daha çok geliştirdiğine şahit olursunuz. Bu durumda alt seviyedeki tarafa 'düşen' ya kendini geliştirip 'büyük aşkı' nın seviyesine ulaşmak, ya da daha fazla çevreden peşkeş yemeden sevdasından vazgeçmek olacaktır.

Ama ne yapar bizim 'sevdalı' gencimiz?..

Evet!.. Bildiniz ikisini de yapmaz. Ne kendine çeki-düzen verip sevdiği partneri hak etmeyi becerir ne gururluca çekip gitmeyi. Öyle aralarda bir yerde takılır durur.

İşte bu durum tam olarak psikolojik bir çatışmadır. İkili ilişkiyi zedeler ve toplum örüntüsünün derin bir yara almasına da sebep olur.

Daha da Netleştirelim..

Partnerlerden biri, sevdiği diğer partnerle birlikte olmak, onunla yaşamak ister. Artık her ne olursa bu yaşamaktan anladığınız; gezmek tozmak, konuşmak, sevgi sözleri ve hatta tatlı-sert kaprisler bile. Hiç şüphesiz bu yaşam deneyimleri, çiftlere haz verecek ve mutlu hissetmelerini sağlayacaktır.

Ve fakat bu "haz"zın bir bedeli vardır: Sorumluluklar!..

Bizler bu kavramı daha çok okulda öğretmenlerimizden ya da kendi ardımızı toplamadığımızda annemizden falan duyarız değil mi? Ama bakın kendimizi rahat ve mağrur hissedebileceğimiz gönül evrenimizin bahçesinde bile hoyratça karşımıza çıkabiliyor: Sorumluluklar...

Tam da bu noktada psikoloji bizlere bunun bir zorlanım olduğundan ve bireyi bir dizi görev/ödev salınımına ittiğinden bahsediyor: Sorumluluklar.

Konunun çatışmaya bakan tarafı ise, bunun bireyi arzuladığı metadan uzaklaştıran bir ketleyici olmasından kaynaklanıyor.

***

Etrafına şöyle bir bakıyor insanoğlu.

"Yahu" diyor. "Çoğu" diyor.  "Bu kavrama" diyor...

"Uyuyor çevremdeki çiftlerin!"

Sonra da oturup bu yazıyı kaleme alıyor işte, gördüğünüz üzere.

Söz gelimi çiftlerden biri, ya diğerinin zaaflarını bilip düzeltmesi için ama kırıcı ama nazik, ama yerli ama yersiz bunu çiftine dikte ediyor, ya belki değişir ümidiyle bir zaman sabrediyor görmezden geliyor, kimi çoktan f'arazi..

Ancak üç tipoloji de hatalıdır ve toplumsallığı zedeler, biliyor musunuz?..

Keza seven çiftlerimiz bu kalıbı kırsın diye yazıyorum tüm bunları. Kırsınlar kendilerini hiçliğe sürükleyen tüm atalet zincirlerini.

Sorumluluklarıyla yüzleşip, hemen şimdi(daha doğrusu bu yazıyı okumayı bitirdikten sonra) harekete geçsinler.

Hayat, bir köşede hayıflanarak bir ömrü tükecetecek kadar kısa değil arkadaşlar. Meselenin ciddiyetinin farkına varalım.

***

Aslında bilimsel başlayan ancak sonra samimiyetle daha gerçekçi mesajlar verebileceğimden, üslubumu biraz yumuşattığım bir yazı oldu.

Umarım vermek istediğim mesajı almışsınızdır. (Gençler size söylüyorum ;).. )

Güzel yazılarda görüşmek üzere...

--

Sevgiler,

Rukiye EĞLENCE - 22/01/2019




Kurban Bayramı 
Size kurban bayramının mahiyetini uzun uzadıya anlatmak isterdim ama şimdilik sadece “kurban” kavramını anlatmakla yetineceğim. Olayı İslam perspektifinden değil, alelade bir din gerçekliği üzerinden anlatmaya çalışacağım.

• • •

(bkz: Kurban) sevdiğimiz ve bize ait olan bir nesneyi/mülkü/metayı koşulsuz bağlandığımız daha ulvî bir sevilene –ki bu tanrı figürü olarak çıkar karşımıza- feda etmek, bağışlamak anlamına gelir.
Bu yolla, söz konusu (bkz: tanrı) ‘nın, kurban edene (bkz: kula) merhamet etmesi ve rıza göstermesi umulur.

Kolay bir şey değildir ha kurban etmek. Hangi dine mensup olunuyorsa olunsun, zordur. Can yakar. Çünkü kurban, artık ne olursa olsun (bkz: gözden çıkarılmış) şeydir. Sizin için bir (bkz: aldanış) ve belki biraz da (bkz: gönül eğleme) aracı sayılan bir obje vardır ortada.  Onu terk edince artık bir daha asla geri dönüşü olmayacağını bilirsiniz.

Zor bir sınavdır. Ve bu sınavdan başarıyla geçmek için gözünüzü çoktan karartmış olmanız gerekir.
Ve işte; sınavda başarı gösterenler (bkz: imtihanı kazananlar), sevdiği objeyi tanrısı uğruna -büsbütün arınık bir kalp ile- feda edebilenlerdir. Böylelikle (bkz: imtihanı) kazanmış sayılırlar.

(bkz: Bayramlar) ise toplumların bu ruha bürünebilinmesi adına tanrılar tarafından hüküm konulmuş ayinler/seramonilerdir.

Bu anlamda bayramlar ehemmiyet arz eder. Kulun tanrısının rızasını kazanabilmesi için bu edimi yerine getirmesi (bkz: imkânı varsa tabi) kaçınılmazdır. Hiçbir bahane kabul edilemezdir.

Keza araya bahane girerse şayet, ne kurbanın kurbanlığından, ne kulun samimiyetinden eser kalır. bu durumda inanılan tanrının merhameti de beklenilemez. Hak edilmemiştir zira.

• • •
Olayı mümkün olduğunca objektif anlatmaya çalıştım. 

Aslında kurban etme edimini (bkz: teslimiyet bilinci) ‘yle ilintileyip anlattığımda yazıyı okuyan arkadaşlarımın zihninde daha net bir “kurban bayramı tasavvuru” oluşmuş sayılabilirdi. Ancak –tüm samimiyetimle söylüyorum ki-

Ne benim gücüm yeter teslimiyeti hakkıyla anlatmaya, ve ne de sizlerin sadrı imkân verir bunu kafi derecesinde özümsemeye.

--
Rukiye Eğlence




Toplumların Bayram Geleneğine Bütüncül Bir Bakış

Bayram, çağlardan beri süregelen kökleşmiş anlamıyla, dini bir hüküm ve “Tanrı” dan inanmış halka bir hediye niteliğindedir. Ve genelde dini bir yükümlülüğün ardından, sonsuz ahiret saadetinin bir müjdecisi olarak zihinlerde yer eder.

Devletlerin siyasi/sosyal başarılarına istinaden sistematize edilmiş milli bayramlar da mevcuttur. Ancak bu yazımda, asıl değinmek istediğim dini bayramlar ve toplumlar üzerindeki etkileridir.

***

Bayramları toplumlarda çağlar boyunca yer etmiş bir “gelenek” olarak yorumladım evet. Zira ilahi ya da batıl hangi din olursa olsun, bayram olgusunun muhatap olduğu toplumda bir gelenek haline geldiğini ve yediden yetmişe herkes için bir anlam, değer ifade ettiğini vurgulamak istedim.

Hani büyüklerimiz derler ya “Nerede o eski bayramlar”… Yukarıdaki açıklamam doğrultusunda bu hayıflanmanın da yersiz olduğu sonucuna ulaşırız. Zira, başta da belirttiğim gibi, din ekseninde gelişen bayram olgusu, bin yıl önce de vardı ve toplumlar için özeldi, biricikti; bu gün de tıpkı öyledir. Değişen yüz yıllar boyunca bayramlar da deforme olmuş olabilir. Yeni kuşaklar için temsil ettiği simge farklılaşmış olabilir. Ancak vardır ve canlıdır.

Mesela bendeniz, bir Y kuşağı bireyi olarak, bayramları aile ziyaretlerinden çok “huzur” şeklinde değerlendiriyorum. Günlük hayatın vaveylasından bir nebze kendimi soyutlayabilmem mümkün oluyor bayramlarda. “Tatil” adı üstünde ...Genellikle akraba ziyaretlerini ihmal edip kitap/gazete okuyarak geçiriyorum bayramlarımı.

Biraz da muhafazakar bir çevrede yetişen bir Y kuşağı bireyi iseniz, dini bayramların “Allah’a teslimiyetle bağlılığın ve şükrün hatırlatıcısı” anlamına geldiğini  de kuşkusuz söyleyebilirsiniz.
X kuşağı mensubu ablalarım ağabeylerim için ise bayram, bol bol gezinti ve sıla-i rahim ‘den ibaret. Sınırsız miktarda sohbet, muhabbet falan filan..

Z kuşağından kopup gelen yeğenlerimi de gözlemliyorum. Akrabalık kavramı neredeyse hiçbir anlam ifade etmiyor onlar için. Yani Y kuşağından bile daha “vahim” bir yerde duruyorlar bu bağlamda. Onlar için bayram daha çok eğlence şeklinde yorumlanıyor. Bu eğlenme güdüsüdaha çok arkadaş ortamında tatmin edilen “zaruri bir ihtiyaç” mesabesinde tutuluyor. Tatmin edilemediğinde beliren canhıraş krizler ve devamında bir kaç gün sürebilen  manik-depresif ruh halleri de cabası…

Konunun bizler için mizahi bir yöne kaydığının farkındayım. Ancak belirtmek istediğim şey de tam olarak bu. Bir kuşak için anlamsız ve sığ olan değer yargıları, başka bir kuşak için hayati önem taşıyabiliyor. Söz konusu bayramlar olduğunda da bu durum değişmemektedir.

***

Bayramların, biraz da, geçmişten günümüze varlığını korumayı başarabilmiş efsane bir ruholduğunu belirtmek üzere ele aldım bu yazımı. “Ruh” diyorum dini bayramlar için. Çünkü canlılığını asla kaybetmemekle beraber, temsil ettiği değerler bakımından da güncelliğini korumaya devam ediyor. Her kuşakta kendini yenileyerek “yürümeye” devam ediyor. Yani dinamik ve yaşayan bir olgudan bahsediyoruz “Bayram” derken.

Tam da bu sebeplerden ötürü bayramların önemli olduğunu söyleyebiliriz. Yani, bayramların, bireyleri etkileme gücüne sahip bir kilometre taşı, bir itici güç olduğu öne rahatlıkla öne sürebiliriz.
Liderler de, işte bu bayram gelenekleri ile ilgili ayrıntıları göz önünde bulundurarak, bayram olgusunu akılcı bir şekilde kullanabilir ve uygun anını yakalayınca uygun hamleleryapabilirler. Bu sayede gerek yerel gerek küresel perspektifte büyük adımlar atmış sayılabilirler.

Toplumun “gözü, kulağı” diyebileceğimiz bu büyük adamlar, bayramları toplumda kol gezen kaos ortamını bertaraf etmek üzere ya da kutuplaşmaları yumuşatabilmek amacıyla kullanabilirler. Bunun sonucunda ulusal eksende seyreden bu huzur ve düzen ortamından çevre ülkelerinin de etkilenmesi pekala mümkündür. (Rakip devletlerin bir toplumun kaynaklarını ele geçirebilmek için öncelikle o toplumda kaos ortamı yaratma girişimlerini de bu bağlamda değerlendirelim.)

***

Bayramlar hakkında söylenebilecek tespitler yazdıklarımla sınırlı değildir şüphesiz. Ancak 2017 Ramazan bayramı vesilesi ile bu konuya değinmek istedim naçizane. Umarım sizler açısından faydalı bir yazı olmuştur. Sürç-ü lisan ettiysem bağışlayınız.

Güzel yazılarda buluşabilmek ümidiyle,
Şimdiden hepinizin bayramını kutluyorum. Sevgiyle,

Rukiye Eğlence
__________





Astana Bilim Ve Teknoloji Zirvesi - 10 Eylül 2017

11 Eyül’de Kazakistan’ın Başkenti Astana’da İit Ülkelerinin İşbirliğiyle Birincisi Düzenlenmiş Olan Zirvedir.

İit, Bilirsiniz “İslam İşbirliği Teşkilatı” Adı Altında Kurulan Bir Örgüttür. Toplamda 57 Müslüman Ülkenin Katılımıyla, Mescidi Aksanın Kundaklanması Hadisesi Üzerine 1969’da Kuruldu. Merkezi Arabistan/Cidde’dir.

Üye Ülkelerin Tamamının Müslüman Oluşu, Örgüte Farklı Bir Ruh Katıyor. Ne Var Ki Bu Ülkelerin Yarısından Fazlası Afrika’nın Sefalet Çeken Ülkeleri. Hal Böyle Olunca Liderler, Buna Bir Çözüm Getirmek Arayışı İçine Girmişler.

İşte, Geçtiğimiz Günlerde Gerçekleşen Astana Zirvesi, Bu Amaca İstinaden Atılan Bir Adımdır.

Açıkça Konuşmak Gerekirse, Bu Zirvenin Analizcilerimizin Gözünden Kaçmasına Biraz Üzüldüm. Bendeniz Olayı Sanal Mecrada Duymuş Ve Değerli Ekonomist (Bkz: Dr Hatice Karahan) Hanfendinin Köşesine Taşımayısla Da Zirveyle İlgili Kavi Bir Fikir Elde Edinmiştim.

Gerçekleşen Zirve Önemli Arkadaşlar. Bırakın Astana’da Liderlerin Konuştukları Maddeleri, Sırf (Bkz: 57 Müslüman Ülkenin Başkan Ve Temsilcileri, Uluslar Arası Platformda İslam Onurunu Yükseltecek Hamleler Yapmak Üzere Toplandı) Denmesi Bile, Büyük Adımdır. Kilometre Taşıdır.

Bununla Birlikte Görüşmede Dikkat Çekilen Konuların Her Biri, İslam Coğrafyalarının Gelişimi Adına Önemli Tüyolar Verecek Cinsten.
Ayrıca Zirvede (Bkz: 11 Eylül 2017 Astana Deklarasyonu) İmzalanmış.

Deklarasyon Doğrultusunda Gerçekleştirilmek Üzere Eğitim, Bilim, Teknoloji, İnovasyon Gibi Konularda Önemli Kararlar Alınmış.
Dr Hatice Karahan Hanfendi’nin Belirttiğine Göre İse, Görüşmenin Ana Gündem Maddesi Eğitim’miş. Çok Yerinde Bir Seçim Bence. Zira Eğitim Olgusu, Yukarında Bahsettiğim Teknoloji, İnovasyon, Bilim, Teknik Alanlarının Hepsine İtici Güç Mesabesinde Olan Yegane Unsurdur. Eğitim Olmadan Bu Saydıklarımın Hiçbiri Gerçeklik Eksenine Taşınamaz.

Hal Böyle Olunca, Eğitim Üzerine Bir Takım Yatırımlar Yapılması Ve Projelere İmza Atılması Gerekiyor. Ki Zirvede Zaten Buna Da Değinilmiş. Proje Derken “Benim Memurum İşini Bilir” Mantığı Değil Kesinlikle.
Her Neyse Onu Başka Zaman Tartışırız.

Bir Başka Önemli Husus Da, İslam Ülkelerin Gelişimi Adına Üzerinde Durulması Gereken Yukarıda Saydığım Kavramlar İçin Daha Fazla Uzmana İhtiyaç Duyuyor Oluşumuz. Yani Belirli Yol Haritaları Çizeceksek Eğer, Öncelikle Konusunda Uzman İsimler Arayışında Olmalı, Onları Bulup Tavsiyelerinden Yararlanmalıyız. Yukarıda Bahsettiğim Projeleri “İşini Bilen Memurlarla” Değil, Bu Uzmanlarla Yapmak Daha Akılcı Olacaktır Şüphesiz.
***
Hasılı Kelam, Güzel Bir Atılımdır Astana Zirvesi. 57 Müslüman Ülkenin Katılımıyla 11 Eylül’de Astana’da Gerçekleşmiştir. İslam Devletlerinin Gelişimi Adına Önemli Kararlar Alınmıştır. Ancak Ne Üzücü Ki –Bunu Biraz Da Son Günlerde Cemiyeti Bulandıran Magazinel Konulara Bağlıyorum-  Aydınlarımızın Gözünden Kaçmış, Arka Plana İtilmiştir.

Naçizane Sizlerle Paylaşmak İstedim. Bu Günün (Bkz: Gündem Analizi) De Bu Olsun. Saygılar, Sevgiler.

---






25 Eylül Kuzey Irak Bağımsızlık Referandumu

Bir ucu türkiye'ye de dokunan referandumdur. 25 eylül 2017 tarihinde gerçekleşecektir.

Şöyle ki, kuzey ırak'ta kurulacak bağımsız kürt devleti, abd'nin bu kurulan devlete çöreklenmesini ve o bölgeden türkiye'nin güney sınırına müdahalesini kolaylaştıracaktır.

Bunun bir sonraki hamlesi güney sınırımızı savunmasızlaştırmak;
daha bir sonraki hamlesi ise doğu anadolu'da kürdistan devleti kurmak;
daha daha bir sonraki hamlesi ise bölgedeki petrolleri abd'nin kendi tekeline geçirmesi olacaktır.

Tabii bu amerika'nın hayali. Hiç hesap edilmeksizin var gücüyle çalışan bir tsk ordusu ve güney sınırını güçlü tutmak üzere stratejiler geliştiren korkusuz türk liderlerimiz var.

İnanıyorum ki bizler samimi bir çaba ile bu hayalin imhası için çalışırsak, yukarıda bahsettiğim kanlı emellerine hiçbir zaman ulaşamayacaklar.

Ama işte 25 eylül referandumu türkiye'nin kontrolü dışında gelişiyor ve bizler buna engel olamıyoruz. Bu aşamada kuzey ıraklı kürt kardeşlerimizin dönen kirli oyunu fark edip referanduma "hayır" oyu vermeleri gerekiyor.

Toplarlayalım: 25 eylül referandumu, kuzey ırak'ta bağımsız kürt devleti kurulmasını ön gören bir halk oylamasıdır. Sandıktan "evet" oyu çıkarsa devlet kurulacak ve bu parçalanmışlık, sadece ırak değil, bizim(türkiye cumhuriyeti) için de tehdit unsuru haline gelecektir.

Umarım 15 temmuz'da nasıl anadolu'da ikinci bir vatikan'ın kurulmasını önlediysek, bu çirkin oyunu da bozarız. 

***



“Karanlığın İçinden” Süzülen Bir Öykü



Bir süredir yazmakta olduğum öykümü sonunda tamamladım arkadaşlar.
Bu linkten ebook halini indirip masaüstü veya tabletinizden okuyabilirsiniz.
Belki ilerleyen günlerde online erişim imkanı da sağlarım sizlere.
Bir de öyküye içindekiler kısmı eklemeyi unutmuşum.  Rica ediyorum şimdilik böyle idare ediniz. İlerleyen günlerde içindekiler kısmı eklenmiş versiyonunu da eklerim siteye. Ancak o kadar çok yorgun hissediyorum ki kendimi, bunu şimdi yapacak mecalim kalmadı inanın.
***

Felsefeden Günlük Hayata

Doğrusunu söylemek gerekirse felsefi kavramları günlük hayatın içinden olaylara, alelade insanların konuşmalarına yedirebilmeye çalışmak beni biraz zorladı.
Ama olsun.
Bunu, bu işi, öykü yazma işini yapıp yapamayacağımı görmek için yazdım bu öyküyü.
“Peki yazabildin mi?” diye sormayınız. Bu soruya cevap verecek olan sizlersiniz. Olumlu geri dönüşlerinizi bekliyorum, naçizane.

Yeni Bir Yazım Tekniği

Öyküyü dünyada daha önce hiç denenmemiş bir yöntemle yazdım. Bu anlamda bir ilki gerçekleştirdiğimden bahsedilebilir.
Şu;
Öyküde kişileri değil olayları merkeze aldım. Belli başlı 7 olay ve bir baş kahraman var. Ancak olay örüntüsü bu baş kişi(Ali Rıza) tarafından akmıyor. Kurgu, tamamen baş kahraman hakkında görüş beyan edebilecek 21 kişi+Nilay  üzerinden akıyor. Yani bu kişilerin bakış açıları üzerinden şekilleniyor hikayenin teması.
Bu anlamda hikayeden, çok çok farklı bir yazın türü olduğundan bahsedilebilir. Ben buna “ruknamçe” demeyi uygun buluyorum. Zira ilk kez benim kullandığım bir yöntem ve ismi de yöntemi bulan kişiyi çağrıştırsın değil mi?
Sizce de kulağa hoş gelmiyor mu,  “Ruknamçe yöntemiyle yazılan bu öyküde bla bla bla bla”
***

Ruknamçe Ne Demektir?

Ruknamçe kelimesinin aslı, Osmanlı Devleti’nde mali kayıtların tutulduğu bir defter olan “RUZNAMCE” dir.
Ancak benim bu kelimeye, şahsımın mahlası durumunda olan Ruk ön-ekini getirmemle böyle anlamsız ancak özgün bir sözcük çıktı ortaya.
Tıpkı “Ruk into my eyes, the Rukked pictures, theRuk production, geliyoRuk, gidiyoRuk ancak kimseyi göremiyoRuk” gibi 🙂
***

Nilay Neden Önemli?

Nilay Ali Rıza’nın 27 yıllık sevgilisi. Aynı mahallede doğmuş büyümüş ve yetişmişler.
Keza  Nilay’ın bu kadar önemli oluşu onu çok sevmemden ileri geliyor hocam, sizce yeterli bir sebep değil mi?
***

Tamamen Hayal Ürünü Değil

Aslında açık beyan politik mesaj içerip de tamamen hayal ürünü olduğunu özellikle vurgulayan eserler vardır. Ben dürüst olmayı tercih ediyorum. Öykünün çıkış noktası gerçek kişilere ve gerçek olaylara dayanıyor.
Ancak kişilerden ihtiyaç duyduğum çıkış noktasını (bkz: malzeme) yakaladığımda biraz da abartı katarak devam ettirdim öyküyü.
Yani her ne kadar çıkış noktam gerçek kişiler olsa da, karakterler belirginleşsin diye biraz mübalağa taktiğinden yararlanmış olabilirim.
Lütfen incitici bir ayrıntıya rastlarsanız olayın mübalağa sanatıyla pekiştirilmiş olduğunu gözden kaçırmayınız.
Her neyse, okumaya niyetlenen arkadaşlarıma şimdiden keyifli okumalar diliyorum.
Hoşça kalınız.
Rukiye Eğlence - 2017




Merhabalar,

Sosyoloji yüksek lisansı Cinsiyet Sosyolojisi dersinin ödevi olarak kaleme aldığım,

Toplumsal Cinsiyet algısının bilgisayar oyunlarındaki sirayetini anlattığım makalemi indirmek için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz. ↓↓↓



Saygılarımla,



__

*TCBO: Toplumsal Cinsiyetçiliğin Bilgisayar Oyunlarına Yansısı










Damn! isnt there any one who asking me who do i love to?

the turkish journalists' only one aim is to save public's mind from any chaos possibility.

even if they know so clearly i love ja, they give a mind operation like ruk is closing to Turkish Dignitiers. that is a f.cking lie and i dont know how to prevent it.

everyone who knows me gotta get this: ruk loves ja and she'll always do.

please, never be in a doubt of my feelings for ja. turkish journalists' only one suppose is to save their miserable positions. so that, they use my identity.

that is so frustrating.

guys, i need your help. please show your support as not believing turkish gov's dirty mind operation that claims ruk comes near to dignitiers. that will never be real.

i will always love ja. as i ever did.